Ruşen Çakır ( 25.1.1962)
gazeteci, yazar



25 Ocak 1962 tarihinde Artvin'in Hopa ilçesinde doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. 1985 yılında Nokta dergisinde gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Tempo, Cumhuriyet, Milliyet, CNN Türk ve NTV’de çalıştı. TESEV'de Demokrasi, Sivil Toplum ve İslam Dünyası Programını yönetti. 2002 Aralık ayından beri Vatan Gazetesi’nde yazıyor. Eylül 2008’den bu yana da NTV’de yayın danışmanı olarak görev yapıyor. Ve Yazı İşleri programını yönetiyor.

Fransızca ve İngilizce biliyor. Yurtiçi ve dışında çok sayıda konferansa katıldı. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümünde "Çağdaş İslami Siyasi Düşünce ve Türkiye", Buffalo New York Devlet Üniversitesi'nde "İslam, Demokrasi ve Sivil Toplum" dersleri verdi.

Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) başkanlığını yürüttü. Galatasaraylılar Derneği ve Galatasaray Kulübü üyesi. Yazar Müge İplikçi ile evli ve 1998 doğumlu Ali Deniz'in babası.

ESERLERİ:
Ayet ve Slogan, Türkiye'de İslami Oluşumlar, 1990.
Vatan Millet Pragmatizm, Türk Sağında İdeoloji ve Politika (Hıdır Göktaş ile birlikte), 1991.
Resmi Tarih Sivil Arayış, Sosyal Demokratlarda İdeoloji ve Politika (Hıdır Göktaş ile birlikte), 1991.
Sol Kemalizme Bakıyor (Levent Cinemre ile birlikte), 1992.
Ne Şeriat Ne Demokrasi, RP'yi Anlamak, 1994 Hatemi'nin İranı (Sami Oğuz ile birlikte), 2000.
Direniş ve İtaat, İki İktidar Arasında İslamcı Kadın, 2000.
Derin Hizbullah, İslamcı Şiddetin Geleceği, 2001.
Recep Tayyip Erdoğan, Bir Dönüşüm D6yküsü, (Fehmi Çalmuk ile birlikte), 2001.
Nereye Gitti Bu Ülkücüler, 2003.
Türkiye'nin Kürt Sorunu, 2004.
İmam-Hatip Liseleri, Efsaneler ve Gerçekler (İrfan Bozan ve Balkan Talu ile birlikte), 2004.
Sivil, Şeffaf, Demokratik Bir Diyanet İşleri Başkanlığı Mümkün mü? (İrfan Bozan ile birlikte), 2005.
"Mahalle Baskısı" Prof. Dr. Şerif Mardin'in Tezlerinden Hareketle Türkiye'de İslam, Cumhuriyet, Laiklik ve Demokrasi, 2008.



GÖRÜŞ

Ülkücüler cemaat-hükümet savaşının neresinde?
Ruşen Çakır
Vatan 10 Şubat 2014

Ülkücülerin ve partileri MHP’nin, 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk/rüşvet operasyonuyla alenileşen Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasındaki savaşa pek bulaşmak istemediklerini görüyoruz. Bu pekâlâ anlaşılır bir şey, fakat savaşın doğrudan tarafı olmayan diğer toplumsal kesimler ve siyasi yapılanmalar gibi ülkücü hareketin de, ne kadar uzak durmak isterse istesin, adım adım tüm ülkeyi kuşatan bu savaşa kayıtsız kalması pek mümkün olmayabilir.

Bunun birçok nedeni var, fakat sadece biri bile yeterli olabilir: Bürokrasideki ülkücü kadrolar. Malum, Türkiye’de uzun yıllardan beri değişik hükümetler, emniyet, adliye, eğitim, sağlık gibi alanlarda istihdamda Sünni Türk muhafazakârlara ağırlık verdiler ve buna bağlı olarak bürokrasideki ülkücü eğilimli kadroların oranı genellikle ülke ortalamasının üstünde seyretti. AKP iktidarının onlar için kara bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Ülkücü kimliklerini korumakta ısrar edenler etkisizleştirilirken, AKP’ye veya cemaate yanaşanların büyük kısmının önü iyice açıldı. Örneğin bugün “paralel devlet“ denildiğinde ilk akla gelen savcı ve polis şeflerinin bazılarının cemaat ile ilişkisi öğrencilik yıllarına değil yakın bir zamana denk gelir ve hemen tümü ülkücü çizgiye yakın bilinir. Bu noktada hatırlayalım; Fethullah Gülen BBC’ye verdiği mülakatta, yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle görevlerinden alınan hâkim, savcı ve polisler arasında MHP’lilerin de bulunabileceğini dile getirmişti.

Gözler ülkücü bürokratlarda

Bugün gelinen noktada bürokrasideki ülkücü kadroların değerinin, gerek hükümet, gerekse cemaat açısından iyice arttığı ortada. Hükümetin ayıkladığı cemaatle irtibatlı kadroların yerlerine epey sayıda ülkücü denebilecek kişileri getirdiğini (veya getirmek zorunda kaldığını) duyuyoruz. Cemaatin de bu ayıklamalar yüzünden iyice azalmaya yüz tutan bürokrasi içindeki nüfuz ve etkisini, benzer bir şekilde, ülkücü çizgideki bürokratlar aracılığıyla diri tutmak istemesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu bağlamda, başkaları ne düşünür bilmiyorum ancak, Başbakan Erdoğan’ın medyaya doğrudan müdahale ettiğini tartışmasız bir şekilde kanıtlayan üç telefon kaydında da ana konunun MHP ve onun Genel Başkanı Devlet Bahçeli olması bana hiç de rastlantı gibi gelmiyor. Ellerinde bol miktarda olduğu anlaşılan bu kayıtlardan önceliği MHP ile ilgili olanlara veren “meçhul“ kişiler, böylelikle cemaat-hükümet savaşında ülkücülerin AKP ile arasını daha da açmayı hedefliyor olmalılar. Tıpkı Roboski ve Paris katliamlarını MİT ile irtibatlandıran belge ve kayıtların dolaşıma sokulup Kürt siyasi hareketi ve onun tabanını hükümete karşı en azından destek verir hâlden çıkarmak istendiği gibi.

Referandumun acı anıları

MİT krizinde gördük. Cemaatin hükümetle en ciddi anlaşmazlık konularından biri Kürt sorununa bakış. O zaman, cemaatin bu konuyu daha fazla işleyerek ülkücü hareketle yakınlaşmaya gitmesini bekleyenler çıkabilir. Ne var ki Kürt sorununda şahinleşme Batı nezdindeki imajını olumsuz etkileyeceği için cemaatin bu yola başvurması pek akıl kârı değil. Nitekim Gülen, BBC’ye, devletin PKK ve Öcalan ile görüşmesine temelde itirazları olmadığını belirtti.

Öte yandan MHP’nin de sırf AKP’yi iyice zayıflatmak için tercihini bir şekilde cemaatten yana yapması seçeneği de bana pek gerçekçi gelmiyor. Bu konuda bir dizi gerekçe sayılabilir, şimdilik biriyle yetinelim: 12 Eylül referandumu öncesi, “ölüleri bile mezardan çıkaracak” kadar “evet” seçeneğine angaje olan cemaat, “hayır” cephesinde yer alan MHP’yi yıpratmak için, özellikle medyası üzerinden akıl almaz bir kampanya yürütmüş, bulabildikleri “evetçi” her ülkücüyü (ki ortak özellikleri büyük ölçüde Bahçeli karşıtlığıydı) “bağımsız ülkücü aydın“ diye parlatmışlardı.

Herhâlde o günlerden çok pişmanlardır. Zira onların da bildiği gibi, ülkücü harekette hafızanın hayli önemli bir yeri vardır.





HABER

Ruşen Çakır veda yazısıyla ayrıldı
11 Ekim 2014

Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, bugün veda yazısıyla gazeteden ayrıldığını açıkladı.

İşte Ruşen Çakır'ın veda yazısı:

Hoşçakalın

Gazeteciliğe 1985 yılında Ercan Arıklı’nın sahibi olduğu Nokta Dergisi’nde başladım. Yıllar sonra, 2002 yılının Aralık ayında, rahmetli Ercan Bey beni Vatan Gazetesi’nde çalışmaya çağırdı. O gün bugündür, yaklaşık 12 yıldır (Bunun 2.5 yılı Washington’da geçti) Vatan’dayım..

Ama artık di’li geçmiş zaman kullanmak durumundayım çünkü bu Vatan’daki son yazım.

Nerdeyse 30 yıla yaklaşan meslek hayatımın en verimli, heyecanlı ve keyifli günlerini hiç kuşkusuz Vatan’da yaşadım. Dolayısıyla ayrılma kararı benim için hiç de kolay olmadı. Ama bir yerden sonra insan yeni bir şeyler yapmak ve kendisini hayatın akışına bırakmak istiyor.

Hayır, yazmayı, gazeteciliği bırakıyor değilim. Şunu itiraf etmekte hiçbir sakınca yok: Bu 30 yıl boyunca sık sık bırakmayı düşündüm gazeteciliği. Hatta mesleğe adım atmaya niyetlenen pek çok genci, “başka iş bulun, mesela üniversitede kalın” gibi telkinlerle ayartmaya çalıştım. Umarım sözümü dinlemişlerdir zira gazetecilik Türkiye’de maalesef artık muteber bir meslek değil.

Ama benim gibi birçokları için bir tür alın yazısı oldu bu meslek. Galiba gazetecilik mezara kadar yakamı(zı) bırakmayacak. Bakalım...

Vatan Gazetesi’nde bu 12 yıl boyunca birlikte çalıştığım bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyor ve haklarını helal etmelerini diliyorum.

Vatan okurlarına da bana tahammül ettikleri için minnettarım.

Hoşçakalın







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)