Ziya Bakırcıoğlu
öğretmen, yazar



27 Haziran 1941 tarihinde Erzurum’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1969’da mezun oldu. Çeşitli şehirlerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Yedeksubay olarak askerliğini yaptıktan sonra 1976 yılında İstanbul’a döndü. Eyüp Lisesi’nde ve Erenköy Kız Lisesi’ne öğretmenlik yaptı. 1994’te emekliye ayrıldı. 17 Eylül 2009 tarihinde vefat etti. Cenaze namazı, Cuma namazını müteakip Erenköy Sahrayıcedit Camii’nde kılındı. Cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedildi.

ESERLERİ:
Türk Romanı, Güldeste (1 ve 2) Şah Beyitler, Yunus Emre, Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası




ESER-AYRINTI

TÜRK ROMANI
Türk Romanı kitabında Türk Romanını tarihçesi, başlangıcından 1990'lı yıllara kadar yayınlanmış listesini ve 24 roman üzerinde düşünceler, yorumlar ve teklifler bulacaksınız.

GÜLDESTE I-II
Bu Güldeste, 20. yy. Türk şiirinin en güzel örneklerini bir araya getiren bir derlemedir. Şüphesiz, son yüzyılın en güzel şiirleri bunlardan ibaret değildir. Ama, okuyucu da teslim edecektir ki seçilmiş olan bu şiirler hem şairlerinin hem de edebiyatımızın en güzel eserleridir.



SÖYLEŞİ

“Klâsik Türk şiiri, dünyada en öndedir”
Mehmet Nuri Yardım
13 Eylül 2007

Ziya Bakırcıoğlu, günümüzün değerli edebiyat münekkitlerinden ve yazarlarındandır. Türk Romanı, Güldeste, Şah Beyitler,Yunus Emre, Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası başlıca eserleri… Nurettin Topçu başta olmak üzere bir çok değerli şahsiyetten istifade eden Ziya Bakırcıoğlu ile eserleri, hâtıraları fikir dünyamız üzerine hasbıhal ettik. Ümit ederim ki, bu konuşmada Ziya Beyin lütfedip verdiği cevaplar kültür hayatımızda istifadeye medar olur.

YARDIM: Efendim, zât-ı âlinizin yetişmesinde kimler âmil oldu? İlk okudunuz yazarlar kimlerdi, ilk olarak hangi kitaplara yöneldiniz? Bu çerçevede yetiştiğiniz muhit, şehir ve çevre nasıldı, lütfen anlatır mısınız?

BAKIRCIOĞLU: Kitapla temasım çok küçükken, yani öğrenime başlamadan önce babam aracılığıyla oldu. Erzurum’un bir küçük kasabasındaydık o zaman. Şenkaya kasabası. Babam geceleri eski yazı bir kitaptan bize parçalar okurdu. Sonradan adını öğreniyorum kitabın. Envarül Aşıkîn. Ve bunun benzeri kitaplar. Peygamber kıssaları, Hazreti Ali Cenkleri ve dinî ve edebî hikâyeler. Okuma yazma bilmezken dinî bilgilerimi ve edebî zevkimi babama borçluyum. Sonraki yıllarda, ortaokul sıralarında rahmetli Nihad Sâmi Banarlı Hocanın bir Türkçe öğretmeni olan talebesi benim de Türkçe öğretmenim oldu. Kasabada hocam oldu. O da bana şiir zevkini verdi. Hem Yahya Kemal’i hem de Divan şairlerini sevmemi o hocaya borçluyum. Gündüz Diriker idi adı. O da Nihad Sâmi Beye bu bilgi ve birikimini borçluydu, o bilgileri ve zevki bize verdi. Lisede ise ne yazık ki beni böyle etkileyen bir hocam olmadı. Ama Üniversite yılları ise benim için çok büyük bir şans idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdim. 1960’lı yılların başıydı.

YARDIM: Fakültede edebiyat eğitimine başlarken kimler vardı hoca olarak?

BAKIRCIOĞLU: Köprülü’nün asistanı Ali Nihad Tarlan klâsik edebiyatımız bölümünde hocaydı. Umumi Türk Dilinde Reşit Rahmeti Arat. Yeni Türk Edebiyatı’nda Mehmet Kaplan. Tanpınar ne yazık ki o sene hasta olmuştu. Sene başında bir iki dersimize girdi, ondan sonra rahatsızlandığı için gelemedi. Muharrem Ergin, Ahmet Caferoğlu, Sadettin Buluç, gibi değerli hocalarımız da oldu. O dönemin İstanbul’u bir üniversite şehriydi. Bugün eğlence şehri oldu ama o zaman üniversite şehriydi. Muallimler Birliği’nde, Milliyetçiler Derneği’nde, Milli Türk Talebe Birliği’nde konferanslar olurdu. Üniversite hocaları buralarda konferanslar verirdi. Ve biz birinden çıkar öbürüne girerdik. Bizim eğlencemiz de, manevi dünyamız da böyle bir dünyaydı.

YARDIM: Yazı faaliyetleriniz ne zaman başladı peki? İlk şiir, ilk hikâye, ilk denemeniz? O günleri anlatır mısınız, yani çocukluğunuzun yazı serüveni safhasını… Nasıl bir ortamda yetiştiniz? Edebiyat dünyanıza ilk adımlarınızı atarken sizleri kimler teşvik etti, kimlerin himayesini gördünüz?

BAKIRCIOĞLU: Hatırlıyorum ilk şiirim ilkokul dördüncü sınıfta iken İstanbul’da basılan fakat bir kasabada satılan Şenkaya gazetesinde yayımlandı. Türk askerlerinin Kore Savaşı’na katılmasıyla ilgili iptidai bir şiirdi. 11 yaşlarındaydım. O şiir yayınlandıktan sonra kasabada adım “şair”e çıktı. Yazarlık hayatım böyle başladı.

YARDIM: Peki daha sonra…

BAKIRCIOĞLU: Daha sonra Erzurum’da okuduğum lise yıllarında edebiyatı seven arkadaşlarımla birlikte dergi ve gazeteler çıkardık. Bunlar gayet ciddi, dışarıda basılan ve satılan gazete ve dergilerdi. Milletin Sesi gazetesi. Serhat dergisi. Yılma Durak’ın babasının matbaasında basılırdı Serhat dergisi. Burada antoloji köşeleri yapardık, kendi çapımızda eleştiriler, denemeler yazardık. Hatırlıyorum. Cahit Külebi’nin şiirleri üzerine yazdığım bir eleştiri yazısı vardır. Aradan geçen 50 seneye rağmen hâlâ imzamı atarım.

YARDIM: Öğretmenlik yıllarınızdan bahseder misiniz?

BAKIRCIOĞLU: 1969’da mezun oldum. Ve ilk olarak Mardin’e edebiyat öğretmeni olarak gittim. Mardin’den sonra Bolu’ya tayinim çıktı. Sonra yedeksubay olarak askere gittim. Sonra da 1976 yılında İstanbul’a döndüm. Eyüp Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Oradan üç yıl sonra Erenköy Kız Lisesi’ne tayinim çıktı. Beş yıl da orada çalıştıktan sonra Kadıköy Kız Lisesi’ne geçtim. 1994’te de emekliye ayrıldım.

YARDIM: Öğretmenlik yıllarınızda edebî faaliyetleriniz oluyor muydu?

BAKIRCIOĞU: Elbette yazılar yazıyordum, ama neşretmiyordum, bir kenarda biriktiriyordum.

YARDIM: Peki Ziya Bey, yayımlanmış ilk basılı eseriniz hangisidir?

BAKIRCIOĞLU: Yayımlanmış ilk eserim Yunus Emre Divanı’dır. 1980 veya 79 yılında neşredildi. Bu arada Ezel Erverdi’nin çıkardığı Hareket dergisi başta olmak üzere Mehmet Çınarlı’nın çıkardığı Hisar dergisinde, Yönelişler gibi dergilerde makalelerim yayınlanıyordu.

YARDIM: Sizin yetişmenizde ve bir dünya görüşü sahibi olmanızda büyük Türk mütefekkirlerinden Nurettin Topçu’nun rol aldığını biliyoruz. Bize Nurettin Bey’i anlatır mısınız? Nasıl bir münevverdi? Sizinle münasebeti sırasında unutamadığınız intibalarınızdan ve hatıralarınızdan bahseder misiniz?

BAKIRCIOĞLU: Remzi Oğuz Arık kitabını 1965’li yıllarda hazırlarken tanıştım. Biliyorsunuz Remzi Oğuz Arık’ın yakın arkadaşıdır. Birkaç sefer ziyaretine gittim. Hoca talebe münasebeti içindeydi bu ziyaretimiz. Vakarı, bilgisi, şahsiyeti çok etkileyici bir insandı. Şahsiyeti ile birlikte Nurettin Topçu Bey etrafında doğup gelişen Anadoluculuk fikri beni çok daha derinden etkilemiştir. Bir Anadolu çocuğu olarak o coğrafyanın ıstıraplarını, yoksulluklarını, problemlerini, derinden yaşamış bir insan olarak Anadoluculuk fikri beni başından beri cezp ediyordu. Nurettin Bey’in de bu fikir atmosferi içinde çok seçkin bir yeri vardı.

YARDIM: Bugün için ne yazık ki Remzi Oğuz Arık pek tanınmıyor? Sizden onu ana hatlarıyla anlatmanızı istesek neler söylemek istersiniz, Remzi Oğuz Arık kimdir?

BAKIRCIOĞLU: İsterseniz önce onu tanıtmadan önce bizim Batılılaşma maceramızdan bahsedelim. Üçüncü Selim’den itibaren Batıya yüzlerce insan gitti. Devlet imkanlarıyla yüzlerce sefir, aydın, görevli Batıya gidiyor. Bu 200 yıl içerisinde Batıya gönderdiğimiz insanları üç gruba ayırmak mümkündür. Biri gidip de gelmeyenler, yani kayıplar. İkincisi gidip batıyı görüp anlamayan veya yanlış anlayan grup. Bunun örneklerini Tanzimat romanıyla ve Servet-i Fünûn romanıyla görebilirsiniz. Tabir caizse alafranga tipler… Kafaları bulanık olarak dönenler… Üçüncü bir grup da var ki, bunlara ben “altın nesil” diyorum. 1800’lü yılların 1900’lu yılların başında doğmuşlardır. Felsefede Nurettin Topçu, sosyolojide Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, sosyal psikolojide Mümtaz Turhan, iktisatta Ömer Lütfin Barkan, ziraatta Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu, edebiyatta Fuat Köprülü ve sanat tarihinde Remzi Oğuz Arık…

YARDIM: Bu altın nesilden en çok alakanızı çeken şahsiyet kimdi?

BAKIRCIOĞLU: Benim bunlardan en çok alakamı çeken, hem şahsiyeti, hem mizacı, hem de dünya görüşü bakımından Remzi Oğuz Arık idi. Ayrıca edebî bir tarafı vardır. Üslûp sahibi bir yazardır. Daha lisede iken, meselâ Coğrafyadan Vatana isimli eserini okumuştum. Mehmet Kaplan Hoca bana, “Ne üstünde çalışmak istersin?” diye sorduğunda Remzi Oğuz Arık’ın adını verince çok mesut olduğunu ve hemen “başla” diye teşvik ettiğini hatırlıyorum.

YARDIM: Ondan sonra çalışma nasıl yürüdü?

BAKIRCIOĞLU: Önce lisans tezi olarak yaptım bitirdim. O sıralarda Kaplan Beyin eşi Behice Hanım vefat etti. Hoca da Avrupa’ya gitti. Bu bakımdan tezim bir buçuk sene gecikti. Her şeyi bitmişti, hocanın imzası kalmıştı. Dönüşte verdik. Dolayısıyla mezuniyetim de gecikti. Ama ben bu arada Remzi Oğuz Bey hakkında başka araştırmalar, tamamlayıcı çalışmalar da yaptım. Tezin konusu fikirleri idi. Ben daha sonra ona biyografisini ve eserlerinin bibliyografyasını ekledim. Ve sonuçta kitap yıllar sonra basılabildi. Aslında üç defa dizilmiş olmasına rağmen anarşi yıllarında, 80 döneminde bir türlü basılamadı.

YARDIM: Yıllar önce Türk Romanı isimli eserinizi okumuştum. Bu kitabınızda romancılarımızın tamamını kucakladınız ve roman birikimini olanca zenginliğiyle ortaya koydunuz. Sizin objektif bir değerlendirme yaptığınızı görüyoruz. Daha önce başka roman tarihlerinde veya sözlüklerinde kimi romancılar göz ardı edilmiş, kasıt veya ihmal sonucu bazı romancılar o kitaplarda yer bulamamıştı. Ama siz hiç kimseyi unutmayarak ve herkese hakkını vererek bu eseri vücuda getirdiniz. Öncelikle romanımızı bugün nasıl buluyorsunuz?

BAKIRCIOĞLU: Tenkidi önce biz Nurullah Ataç’ın yaptığı şey zannediyorduk. Ataç, keyfi tenkidi getirdi. Ataç canının istediğini beğenir, canının istemediğini beğenmezdi. Biz bunu tenkit zannederdik. Sonra Tanpınar, şahsi tenkidi getirdi. Fakat bunun için sanatkâr olmak lâzımdı.Çünkü diyor ki, “Tenkit eser üzerinde rüya görmektir.” Sonra Mehmet Kaplan Beyi de tanıyınca objektif tenkidi öğrendim. Ama ben bir yanım tarafsız olma bakımından Kaplan’dan yana ise, bir yanımda Tanpınar’dan yanadır. Yani eseri hazmetmek lâzımdır. Bunun için de peşin reddetmeler ve peşin inkârlar sakat bir yoldur.

YARDIM: Türkiye’nin seçkin bir münekkidi ve roman eleştirmeni olarak sizden ilk on Türk romanı veya romancısını sorsam ne cevap verirsiniz?

BAKIRCIOĞLU: Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah, Mehmet Rauf’un Eylül, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak, Halide edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal, Abbas Sayar’ın Yılkı Atı, Peyami Safa’nın Yalnızız, , Kemal Tahir’in Devlet Ana, Tarık Buğra’nın Küçük Ağa ve Mehmed Niyazi’nin İki Dünya Arasında isimli romanları bana göre Türk romanının en iyileri ve ilk elde okunması gerekenlerdir.

YARDIM: Bu listede Sâmiha Ayverdi ismini zikretmediniz. Onun romanları için neler söyleyeceksiniz?

BAKIRCIOĞLU: Sâmiha Ayverdi’yi romancı saymak bence ona haksızlık etmek demektir. Sâmiha Ayverdi 55 yıl roman, tarih, makale, mensur şiir, biyografi, mektup, hâtıra, gibi her türde yazı yazmıştır. Tekrar ediyorum 55 yıl. Fakat onun yazarlık hayatını Yunus’un hayatıyla karşılaştırmak mümkündür. Yunus, dergâha 40 yıl odun taşımıştır. Dergâhın ocağını uyanık tutmak için. Sâmiha Ayverdi gönüllerdeki ocağı uyanık tutmak için 55 yıl yazı yazmıştır. Bu bakımdan onu romancı diye düşünmek bence eksik görmek, eksik değerlendirmek olur. Kaldı ki, Samiha Ayverdi’nin kıdemi Yunus’tan 15 yıl fazladır. Romanı roman olarak yazanlar var. Ama romanı kutsal düşüncelerini anlatmak için yazanlar var. Sâmiha Hanım, bu ikinci yolu tercih etmiştir. Bu da bütün yazarların tabii hakkıdır.

YARDIM: Red ve inkâr edilemeyen muhteşem bir Türk edebiyatımız var. Üzerinden asırlar geçse de, bazen küllenmek üzere tozlu raflara kaldırılsa da tazeliği her dem devam eden, civanlığı süregelen genç, canlı ve diri bir edebiyat. Bu sözlü ve yazılı birikimi tanıtmak, sevdirmek için neler yapılabilir, neler yapmalıyız?

BAKIRCIOĞLU: Biz büyük zenginliklerimizi geride bıraktık. Genç insanlara bu zenginlere ulaşmaları artık mümkün görünmüyor. Alfabe ve dil değişikliği dolayısıyla… O zaman tek çare kalıyor. Bu dili ve alfabeyi bilen himmet sahiplerinin bu zenginlikleri bulundukları yerlerden alıp getirmek ve gençlere tanıtmak… 30 yıllık hocalığımdaki tecrübeme dayanarak söylüyorum. Genç nesil tanıdığı zaman sevgisini esirgemiyor. Hiç unutmuyorum. Bir derste Baki’nin Kanuni Mersiyesi’ni işliyordum. “Hocam tenefesüse çıkmayalım, devam edelim, diyen çocukların ısrarını görmüşümdür.” Demek ki tek yol himmet sahibi insanların gayretidir.

YARDIM: Bütün mesainizi Türk edebiyatına hasretmiş bir edebiyat münekkidi ve tarihçisi olarak sormak istiyorum: Türk edebiyatının dünya edebiyatları arasındaki yeri nedir?

BAKIRCIOĞLU: Edebiyat çok geniş. Ona benim ilmim de, ufkum da yetmez. Fakat şiir için şöyle bir şey söyleyebilirim. Dünyada üç büyük şiir vardır. Hem geçmişi hem yaygınlığı, hem de estetik değeri bakımından. Fars şiiri, Fransız şiiri ve klâsik Türk şiiri. Bana sorarsanız klâsik Türk şiiri bu iki şiirin birkaç adım önündedir. Bu hükmümde belki belki biraz hissiyim ama olsun bundan da rahatsızlık duymuyorum.

YARDIM: Siz, Şah Beyitler’i, altıyüz yıldan fazla devam etmiş muazzam bir kültür ve edebiyat birikiminin ardından duyduğunuz hasretin ifadesi olarak bu eseri gün ışığına çıkardınız. Divan şiirimizin seçkin beyitlerini, nâdide bir bahçeden derlenen bir demet çiçek gibi bir araya getirdiniz. Bugünkü nesil, gençlerimiz, şiirle uğraşanlar dünkü zengin edebiyatımızdan, devâsa şiirimizden haberdar mı acaba?

BAKIRCIOĞLU: Acaba bugünkü şairler, Divan şiirinden istifade edebiler mi diye anlıyorum bu soruyu. Şöyle cevap vereyim. Benim bugünkü aklım olsaydı, şair olmaya karar verseydim, önce aruz veznini öğrenirdim. Sonra da bir küçük defter alıp o deftere uzun sesleri barındıran çağrışım kabiliyeti olan kelimeleri yazar ezberlerdim. Sonra da bu kelimeleri yan yana getirerek aruz kalıplarına uygun mısralar yazardım. Zannederim iyi bir şair olurdum. Yani şimdiki gençler aruz öğrenirlerse uzun sesli kelimeleri öğrenirlerse rahatlıkla şair olabilirler. Bir de tabii kabiliyet meselesi…

YARDIM: Yunus Emre bizim büyük mutasavvıf şairimiz. Onun Divanı’nı hazırladınız. Yunus’un milletimiz tarafından bu kadar çok sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

BAKIRCIOĞLU: Bizim Yunus oluşuna bağlıyorum. Dilinin kolay anlaşılır olması, samimiyeti, lirizmi Anadolu insanına ayna oluşu, aşkının büyüklüğü Yunus’u milletimize mal etmiştir, sevdirmiştir.

YARDIM: Hazırladığınız güldestelerde âdeta Türk şiirinin envanterini ortaya koydunuz. Gençlerimiz için bir kılavuz olması bakımından soruyorum. Divan, Halk ve yeni Türk şiirinden, öncelikli olarak okumaları gereken şairler kimlerdir?

BAKIRCIOĞLU: Şöyle diyorum. Şiirin ya güzeli vardır, veya güzeli vardır. Güzel olmayan şiir değildir, alelâde lâf olur. Güzel şiir de bizim edebiyatımızda sayılamayacak kadar çoktur. Şiir meraklıları ve zât-ı âliniz de bilirsiniz şiir bir hâlet-i ruhiye işidir. Okudunuz andaki durumunuza bağlıdır. Gün olur Fuzûlî, gün olur Yahya Kemal, gün olur Necip Fazıl, gün olur Karacaoğlan, gün olur bir halk güftesi… Bu bakımdan tek bir şiir veya beş on şair adı vermek doğru değil… Ben Güldeste’nin birinci cildini yaptığımda baktım ki , bir ikinci cildi dolduracak şiirler var…. O da yapıldı.

YARDIM: Kezâ bizim geleneğe dayanan bir hikâyemiz var. Hikâyede durum ne merkezdedir. Genç hikâyeciler ümit vaat ediyor mu? Bu hususta söylemek istedikleriniz…

BAKIRCIOĞLU: Edebiyat tarihçisi gözüyle bakmaya çalışırsak Türk hikâyesi devrini tamamlamış gözüküyor. Yapısında bir değişiklik yapmak gerekiyor idi. Aziz hikâyecimiz Mustafa Kutlu tam bu dönemeçte ortaya çıktı ve yeni hikâyenin nasıl olması gerektiğini fevkalade güzel örneklerle ortaya koydu. Yaptığı iş kendi eseriyle sınırlıdır. Yani kimse taklit edemez. Fakat mükemmel bir iş yaptı Mustafa Kutlu? Bence son 50 yılın Türk hikâyeciliğini Mustafa Kutlu tek başına temsil eder.

YARDIM: Mustafa Kutlu hikâyede neler yaptı?

BAKIRCIOĞLU: Mustafa Kutlu şunu yaptı. Hikâyenin organik yapısını değiştirdi. Hikâye deseniz uzun, roman deseniz kısa kalır. Fakat roman ile hikâye arasında imiş gibi görünse de ne hikâye ne de romandır. Bana sorarsanız belki bazı itirazlar olacaktır ama Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri ile Sâmiha Ayverdi hanımın romanları, yazılış amacı bakımından birbirine çok benzer. Sâmiha Ayverdi “Hanımın Yolcu Nereye Gidiyorsun?” sorusunu, Mustafa Kutlu hikâyelerinde “Ey insanoğlu ne işler yapıyorsun?” şeklinde sormak mümkündür.

YARDIM: Hikâye deyince Ömer Seyfeddin’i anmamak mümkün değil. Ömer Seyfeddin sanırım Türkiye’de en çok okunan hikâyecimiz… Bu kadar çok okunmasının arka plânında ne yatıyor? Ömer Seyfeddin yaklaşık bir asırdır okunuyor, nesiller onun hikâye kitaplarını ellerinden bırakamıyor. Bu hikâyelerde ne var ki, bu kadar tesirli oldu ve sevildi? Nasıl oluyor da, hâlâ büyük bir iştahla, büyük bir zevkle okunuyor?

BAKIRCIOĞLU: Biliyorsunuz Ömer Seyfeddin bugün yaşayan Türkçe dediğimiz Türkçe’nin kurucularından birisidir. Genç Kalemler’de Ali Canip’le birlikte kurulan… Bunun için uzun boylu öğrenim görmemiş her insan Ömer Seyfeddin’in hikâyelerini kolaylıkla okuyup anlayabilir. Bir de konuları bakımından hem tarihten hem yakın tarihimizden hem de günlük hayatımızdan bize çok yakın olan bizim de içinde yaşadığımız konuları, düşünceleri ele aldığı için Ömer Seyfeddin hep okunmuş ve hep okunacak bir yazardır.

YARDIM: Bugüne kadar daha çok edebiyat tarihi sahasına giren antoloji, tenkit, biyografi türlerinde eserlerinizi okuduk. Ama sizin de kendi hikâyeleriniz, romanlarınız, şiirleriniz vardır diye düşünüyorum. Biraz da bu çalışmalarınızda söz eder misiniz?

BAKIRCIOĞLU: Şiirler hariç, diğerleri bahse değmez. Birkaç yazılmış hikâye var. Fakat demin hikâye konusunda söylediğim gibi artık onları çıkarıp neşrettirmeyi lüzumsuz ve faydasız bir iş olarak görüyorum. Ama şiir konusunda hâlâ yazmaya devam ediyorum. Zannediyorum kitaplık çapta olmuştur, 70-80 civarında. Tabii gençlikten kalan şiirlerde Behçet Necatigil’in dediği gibi hasret burcunun izlenimleri vardı. Orta yaşa gelince gurbet burcunun izlenimleri ağır bastı. Şimdi ise hikmet burcunda şiirler yazıyoruz. Ama neşretmek diyorsanız, ya nasip diyorum.

YARDIM: Kültür ve edebiyat dünyasının seçkin isimlerini yakından tanıdığınızı biliyoruz. Bu çerçevede hâtıralarınızı kaleme almayı düşünüyor musunuz?

BAKIRCIOĞLU: Tanıdıklarım doğru. Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sâmiha Ayverdi, Ali Nihad Tarlan, Nihad Sâmi Banarlı, Cemil Meriç, Tahsin Banguoğlu, Attilâ İlhan gibi çeşitli kesimlerden tanıdığım, yüzyüze geldiğim, istifade ettiğim insanlar oldu. Ama bunlarla ilgili herkesi ilgilendirecek bir ders çıkarılabilecek hâtıram yok. Bunların hepsi talebe-hoca münasebeti içerisinde tek taraflı olarak benim istifade etmemle yürüyegelmiş münasebetlerdir. Bu bakımdan yazmayı da düşünmüyorum.






www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)