Erol Göka
akademisyen, yazar


psikiyatr



1959 yılında Denizli'de doğdu. Ortaöğrenimini “parasız yatılı” olarak Aydın’da tamamladı. 1983’te "Tıp Doktoru" oldu. 1983-1985 yılları arasında Bitlis'te zorunlu hizmet yükümlülüğünü yerine getirdi. 1989 yılında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı” oldu. İzmir'de tamamladığı askerlik görevinin ardından 1992 yılında “Doçent" olmaya hak kazandı. Sağlık Bakanlığı ve YÖK koordinasyonuyla yapılan ilk merkezi şeflik sınavları dizisinde başarılı olarak 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu.

Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. 1991 yılında altı yıl süren bir eğitim faaliyetini tamamlayarak Uberlingen Moreno Enstitüsü'nün onayladığı "Psikodrama Asistanı" belgesini almaya hak kazanmış, "Psikodrama Terapisti" olmak için gerekli olan teorik ve uygulamaya dönük çalışmaları yerine getirmiştir. Türkiye Günlüğü ve Türkiye Klinikleri Psikiyatri dergilerinin yayın; birçok tıp ve beşeri bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunmaktadır. Çok sayıda bilimsel çalışmanın içinde yer almış, bilimsel makale üretmiştir. Yayınlanmış kitapları arasında öne çıkanları “Psikiyatri ve Düşünce Dünyası arasında Geçişler”, “Varoluşun Psikiyatrisi”, “Bilimlerin Vicdanı Psikiyatri”, “Buradan Böyle: Gündelik Hayatın Psikososyopolitiği”, “Psikiyatriden Psikiyatriye Bakışlar”dır. Psikiyatri alanında, oldukça özgün görüşler içeren tüm çalışmalarını, “Teoride ve Uygulamada Varoluşun Psikiyatrisi” adlı bir kitapta bir araya getirmeye hazırlanmaktadır.

Son dönemlerde çalışmaları, büyük grupların davranışlarının dinamiklerine ve tarihsel kökenine yönelmiş ve bu çabasının ürünü olan kitabı “Topluluklar ve Zihniyetleri: Grup-Varlık Olarak İnsan” (Genişletilmiş ikinci baskı: Aşina Kitaplar, 2006) ve büyük grup davranışı ile ahlak ve siyaset felsefelerinin etkisiyle ortaya çıkan denemelerini içeren “Türkiye Vardır” adlı kitabı yakınlarda yayınlanmıştır. Uzun zamandan beri Türklerin tarih boyunca değişmeyen tutumlarını anlamaya yönelik çabaları, Aşina Kitaplar tarafından “Türk Grup Davranışı” adı altında 2006 yılı başında kitaplaştırılmıştır. 2006 yılı içinde üç baskı yapan ve birçok özgün görüşü barındıran bu kitap, Göka’nın birçok akademik toplantıya davet edilmesine ve çok verimli tartışmalara neden olmuştur ve olmaktadır.

Göka, iki yıldan beri, Salı akşamları Arjantin Felsefe Okulu’nda hocalık yapmaktadır. 2005 yılından beri, her hafta Cuma geceleri, TRT-1’de yayınlanan “Konuşuyorum” adlı programın sunucularından biridir.





SÖYLEŞİ

İslamcı aydınlar iktidarın kanatları altına sığındı
Akşam 8 Temmuz 2012

Prof. Dr. Erol Göka'dan İslamcı aydınlara eleştiri: "İslamcı aydınlar AK Parti iktidarından önce çok iyi şeyler yaptı. Ama iktidarla birlikte görevlerinin bittiğini sandılar. Ya da gelecek kaygısına kapıldılar ve iktidarın nimetlerinden nasıl faydalanırlar, onu düşünmeye başladılar. Ya iktidarın ya bürokrasinin kanatlarına sığındılar. Vesayet sistemi yıkıldıktan sonra, bizim geleneksel aydınların heybelerinde darbeler eleştirisinin dışında bir şey kalmadı. Yokmuş demek ki!"



Asıl çalışma alanı psikiyatri olan Prof. Dr. Erol Göka siyasi analizleri ile de oldukça tanınan bir isim. Göka, Yarın Yayıncılık'tan çıkan son kitabı Psikoloji ve Siyaset Arasında'nın raflarda yerini almasının hemen ardından Akşam Gazetesine konuştu:

- Kitabınızda kendinizi de içine katarak, 'sorumlu aydın' vurgusu yapıyorsunuz. Aydınları sorumlu ve sorumsuz şeklinde kategorize mi ediyorsunuz?
Üzerine basa basa söylemem ama bazı aydınlara 'sorumsuz' denilmesinden de pek rahatsız olmam. Aydın, dünyayı ve kendisini, insanların geleceğini dert edinen, zihinsel enerjisini bu dertleri zihinsel yollardan çözmek için ayıran kimsedir. Aydının bir özelliği de öncülük etmesidir. Bazı aydınlar bence bu öncülük vasfını hatalı değerlendirdikleri için ipin ucunu kaçırıyorlar. Zira öncülük edeceğim, aydınlatacağım derken; bir süre sonra toplumla bağları kalmıyor ve maalesef bunu hiç umursamıyorlar. Bunlar benim bahsettiğim 'sorumlu aydın' ya da 'milletin organik aydını' kategorisine girmiyor. Sorumlu aydın, aydınlatıcı görevini, gerçek kaynağı olan halka minnet borcunu ödemek olarak görür. Hepimiz bir geleneğin, dilin, kültürün içine doğduk. Dolayısıyla bizim güneşimiz, bizi aydınlatan asıl ışık burası, yani toplumun içinde nefes alıp veren gelenek. Sorumlu aydınla halk, aynı ışık kaynağından beslenir. Aydının tek farkı halka göre bu ışığı biraz daha iyi absorblaması ve yansıtmasıdır.

MİLLETİN ORGANİK AYDINI
- Türkiye'de durum nasıl?
Bugün bir kısım aydınımızın milletle bağları tamamen kopmuştur, kendi bilgisinin kaynağı olarak milleti ve geleneği kodlamamaktadır ve belki de haklıdırlar. Tamamen Batılı kaynaklardan beslenen aydınlar 'Ben bu gelenekten, milletten hiçbir şey almadım ki' diyebilirler. Bunların aydın oluşlarına bir itirazım yok ama o zaman 'milletin organik aydını' diyemeyiz kendilerine. Benim son zamanlarda derdim önceden 'milletin organik aydını' sıfatını taşıdıkları halde bugün AK Parti iktidarı ile birlikte bu görevlerinden firar edenlerdir.
- Kimleri kastediyorsunuz?
AK Parti iktidarı öncesinde 'İslamcı' diye bildiğimiz aydınların bir kısmı, tarihin ve bilinçlerinin onlara yüklediği misyonu bugün büyük ölçüde terk ettiler. Artık öncülük ve aydınlatıcı olma görevlerini yeterince yerine getirememektedirler, bundan vazgeçmişlerdir. Ya iktidarın ya bürokrasinin kanatlarına sığınmışlardır. AK Parti iktidarı milletin organik aydını olabilecek ya da bu vasıfları haiz insanları biraz rehavete sürüklemiştir.

GELECEK KAYGISI
- AK Parti ne yaparak sürükledi rehavete?
Bu günah AK Parti'nin değil; bizzat AK Parti iktidarı öncesinde muhalefetteyken oldukça verimli işler yapan aydınların. AK Parti iktidarıyla birlikte önceki keskin muhalifler ve cevval zekalar, ipe un sermişler, adeta 'Bizim işimiz iktidara kadar' demişlerdir. Yani onlar artık ideolojik-siyasi bir konum almakla yetinmişler, kendi yapmaları gerekeni işleri siyasete, siyasetçiye yüklemişlerdir. Halbuki meseleler karşısında ilk sözü, geleceği sezen, derin düşünceler geliştirebilen aydınların söylemesi gerekir. Siyasetçi aydınların düşüncelerinden pratikte en uygulanabilir, halkta bir karşılığı olanları kendi diline çevirir ve siyasi bir söylem haline getirir. Vesayet sistemi altında yaşarken çok nitelikli düşünceler üretebilen birçok parlak zihinli aydınımız, AK Parti iktidarıyla birlikte görevlerini bittiğini sandılar. Ya da söylemeye dilim varmıyor ama gelecek kaygısına kapıldılar ve iktidarın nimetlerinden nasıl faydalanırlar, onu düşünmeye başladılar.
- Referandum öncesi AK Parti'ye destek veren bir grup liberal aydınla yaşanan kırılmayı nasıl okudunuz?
Eski çalışmalarımda liberalleri 'evrenselci- saf liberaller' ve 'gelenekselci liberaller' diye ayırıyordum. AK Parti iktidarıyla birlikte benim 'gelenekselci liberaller' diye adlandırdığım insanlar kendilerine 'muhafazakar demokrat' dedi ve oldukça tartışmalı bir kavram olan 'muhafazakar demokratlık' pek de sorgulanmadan AK Parti'nin resmi ideolojisi oldu. Şimdi bunlar arasında bir kırılma yaşanıyor aslında. AK Parti iktidarında vesayet sistemine karşı, ordunun sistemdeki ağırlığına karşı mücadele ederken, elbette ki evrenselci liberallerle aynı hedefler etrafında bütünleşildi. Kaynakların, güç aldıkları yerin ve asıl amaçların farklılığı beraber yürürken göze çarpmıyordu. 10 yıllık iktidarla beraber bu farklılıklar ortaya çıkmaya başladı. Bu çatışma bence kaçınılmazdı. AK Parti'nin 'muhafazakar demokrat' liberalleri ile evrenselci liberaller birbirlerine ancak 'geçici yol arkadaşı' olabilirdi. İşin ilginç yanı, ben şimdi bulunduğum yerde -Allah da biliyor ya pek hoşnut olmadığım halde- evrenselci liberallerin eleştirilerine daha yakınım...
- Neden?
Evet, ayrılık eninde sonunda kaçınılmazdı ama bence bir miktar daha birlikte yürünebilecek ortak yol vardı. Bugün ortada, 'Demokrasimiz yerleşti, kurumsallaştı, sivil toplum güçlendi' gibi bir manzara yok. Tam tersine, vesayet sistemi yıkıldı ve yeni baştan kurulan bir Türkiye var. Ülkeyi yeni baştan kurarken, bu belirsizlikler aşılana kadar muhafazakar demokratlarla evrenselci liberallerin birlikte hareket etmeleri gerekiyordu. Yol ayrımı beklenenden çok erken gelmişken, evrenselci liberallerin yapılacakların yarım kalması endişeleri haklılık kazanıyor. Haklı olarak 'Muhafazakar demokratların derdi, demokratlık değil muhafazakarlık için fırsat kollamakmış' diyorlar.
- Örnek verebilir misiniz?
Mesela Sayın Başbakan 'Kürt meselesi yoktur' deyince; benim evrenselci liberallere göre kendimi daha yakın hissettiğim gelenekselci aydınlar, sadece gelenekselci liberal ya da muhafazakar demokrat olanları değil neredeyse tüm gelenekselci aydınlar bu cümlenin ya peşinden gittiler ya da sorgulamayı savsakladılar. Sayın Başbakan siyaseten öyle hedefler belirlemiş olabilir, söylemini de buna göre şekillendiriyor olabilir. Ama aydının kendi kavramlarının, ideallerinin peşini bırakmaması ve yeni kavramlar üretmesi lazım. Vesayet sistemi yıkıldıktan sonra, bizim gelenekselci aydınların heybelerinde Kemalizm ve darbeler eleştirisinin dışında bir şey kalmadı. Bir şey yokmuş demek ki! Mesela yeni Türkiye'ye, kentlerimize, demokrasimize, kadınların konumuna ilişkin sözler duyamıyoruz. Başörtüsü yasakları dolayısıyla başlatılan özgürlükçü düşünce akışı bile oluruna bırakıldı. Sus pus olundu. 'İslam ve bilim' tartışmalarının müellifleri, popüler tarihçiliğe soyundular. Muhafazakar sanat meselesine hiç girmeyelim isterseniz. İktidar, bu kadar düşünce frenletici bir etkiye sahip olmamalı.

Sağlam demokrasi yoksa yeni vesayet kaçınılmaz
- Referandum sonrası süreci 'post-Kemalizm' diye tanımlamıştınız. Bugün bulunduğumuz noktada vesayetin kalktığı, daha özgürleşmiş bir Türkiye görüyor musunuz? Yoksa demokrasiyi çoğunluk idaresi olarak gören bir anlayış mı egemen olmaya başladı?
Ben post-Kemalizm tanımlamasını çok net bir şekilde yapıyorum: 12 Eylül 2010 referandumu sonucu Kemalizm denen resmi ideoloji dönemi artık bitmiştir. Halk yeni bir rejim, yeni bir resmi ideoloji(sizlik) istediğini beyan etmiştir. Fakat halkın yeni rejimden ne istediğiyle ilgili bir okuma yapmamız güçtü ve bugün de herkes bunu farklı yorumluyor. Ben vesayet sisteminin yerine doğru düzgün bir şey koyamamanın tehlikelerini sıralayan yazıları geçmişte de yazmıştım. Bu tehlike bence hala sürüyor. Yanlış anlaşılmasın, 'Ergenekon iktidar olur' ya da 'AK Parti ve iktidar yanlış bir yoldadır, muhafazakar bir vesayet sistemi kurmaya çalışıyor' demiyorum. Sadece demokrasi sağlam biçimde kurulamaz ve ilerletilemezse, yeni bir vesayet sistemi kaçınılmaz olur diyorum. Vesayet sisteminin kaldırılmasının alternatifi, halkın gücüne güvenen bir sistemin gelmesi ve sivil toplumun güçlenmesiyle oluşabilir. Bunun da şimdilerde çok konuşulmayan unsurları var.

CEMAATLERDEN ÖDÜM PATLIYORDU
- Ne gibi unsurlar?
Mesela İmam Hatip'ler, Diyanet İşleri Başkanlığı, din eğitimi, mesela YÖK, mesela yargı sistemini demokratikleşmek yerine sadece başındaki kişileri değiştirmekle yetinmek, mesela demokrasiyi çoğunluk yönetimi anlayışıyla ve Meclis'in çıkardığı yasalarla sınırlamak... Bu kurumlarımızı eleştirel biçimde ele alamazsak, demokrasiye uygun biçimde restore edemezsek, bunlar üstünden de pekala bir vesayet sistemi kurulabilir. Ben 'kuruluyor ve kurulmak isteniyor' demiyorum. 'Böyle ihtimaller vardır ve aydınlar olarak görevimizi yapmıyoruz' diyorum. Siyaset sınıfının peşine takılıyoruz, aydınlatma fonksiyonumuzu bıraktık.
- Geçmişte kendi cemaat yaklaşımınızla ilgili özeleştirilerinizi okudum kitabınızda. Bugün Şike davasından tutun da, MİT-polis kavgasında her alanda adları geçmeye başlayan cemaatlere nasıl bakıyorsunuz?
Ben toplumdaki dinamikleri tam anlamadığımı ve bir parça geçmişten, solculuktan getirdiğim jakoben yanlarımı koruduğumu fark ettim ve özeleştiri yaptım. Demokratım diyordum ama 5 yıl öncesine kadar topluma pek de fazla güvenmiyordum; cemaatler deyince ödüm patlıyordu. Bu noktada kendimi düzeltmeye çalışıyorum. Bir Müslüman demokrat olarak devletin tamamen toplumun hizmetinde olması ve gidişatının toplum merkezli yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve toplumdaki bütün dinamiklere saygılıyım. Toplumsal dinamiklerden, bu dinamikler içinde mayalanan adalet anlayışından, nihayetinde iyi bir şey çıkacağına inanıyorum. Toplum eninde sonunda kendini onaran mekanizmaları kendisi bulacaktır. Bu anlamda, devlet gibi despotik bir rehbere ihtiyacı yok. Olsa olsa yumuşak güç sahibi aydınlara, bilge kişilere ihtiyacımız var. Toplumdaki dini topluluklar da dahil olmak üzere örgütlenmelere olumsuz bakmıyorum. Bu sözlerimle umarım, son dönemin gözde konusu, cemaat-hükümet çatışmalarını hiç istemediğimi anlatabilmişimdir.

Cesaretinden dolayı Kılıçdaroğlu'na alkış
- Kılıçdaroğlu'nun oluşturmaya çalıştığı yeni CHP'yi nasıl buluyorsunuz? Türkiye'de bir süredir eksikliği hissedilen merkez soldaki boşluğu doldurabiliyor mu?
Sayın Numan Kurtulmuş'a Has Parti'yi kurarken bir yazımda önerdiğim şey, o günün CHP'sinin izlediği politikaların çok eksik oluşu ve Türkiye'de solun, dünya çapında dillendirdiği hakları ve talepleri savunan bir parti olmamasına dayanıyordu. Ben de Sayın Kurtulmuş'a dedim ki: Liberal bir dünyaya eklemlenmiş bir Müslüman parti var ama sol parti yok. Şimdi sevinerek görüyorum ki, Kılıçdaroğlu'nun yeni CHP'si adeta burayı düzenlemek ister gibi. Vesayet sistemiyle, darbeci zihniyetle bağlarını koparmaya çalışıyor; demokrasiye veya hak ve özgürlüklere göre kendini ayarlamaya çalışıyor. Ama çok zor. Çünkü bir yandan 'devleti kuran parti' anlayışının yüklediği kamburları devam ediyor. Ama Sayın Kılıçdaroğlu'nu çok alkışlıyorum bu cesaretinden dolayı. CHP'yi getirmek istediği yeri anladığımı sanıyorum. Sol olmak bunu gerektirir zaten. Kısır, içe kapanmacı bir ulusalcılıktan, 'devlet kuran parti' zihniyetinden arınmış, demokrasi ve özgürlükler çerçevesinde bir sol olmaya çalışmasını çok olumlu buluyorum. Ama başarabilir mi, bu noktada çok endişelerim var.

Numan Bey'i beğenseler de Tayyip Bey'i lider görüyorlar
- Bir süre önce istifa etmiş olsanız da, Has Parti'nin kurucuları arasında yer aldınız. Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu'nun AK Parti'ye geçeceği söylentilerini nasıl yorumluyorsunuz?
HAS Parti kurulurken, Müslüman bir toplumda kurulu demokrasimizde iki partili modeli denememiz gerektiğini yazdım, söyledim. Ama bu olmuyor. Çünkü 'Biz, hala vesayet sistemine karşı birlikte hareket ediyoruz' diye düşünüyor kitleler ve Tayyip Bey'i de onun lideri olarak görüyor. Numan Bey'i beğenseler de, 'Şimdi ortak hedefe karşı mücadele ediyoruz, bunu sekteye uğratmayalım' diyorlar. Bunu geçen seçimlerde net olarak gördük. Hal böyleyken 'Az olsun, benim olsun' zihniyetini anlamlı bulmuyorum. Herkes ana ırmakta yer almalı ve mücadelesini orada sürdürmeli diye düşünüyorum.




HABER

Ünlü Psikiyatr Göka da listede
11 Eylül 2012

AK Parti MKYK için adı geçen bir diğer sürpriz isim psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Erol Göka. Psikiyatri ve düşünce dünyası arasındaki ilişkileri sorgulayan, Türklerin tarihsel ve toplumsal psikolojilerini ele alan çalışmalarıyla dikkat çeken Göka’nın çok sayıda kitabı bulunuyor. TV programları da yapan Göka, siyasetin yabancısı değil. Göka, Numan Kurtulmuş ile birlikte HAS Parti kurucuları arasında yer almış, ancak ocak ayında HAS Parti’den istifa etmişti.




HABER

Aydınlar, Cumhurbaşkanlığı Sofrası'nda
Hürriyet 14 Ocak 2015

Erdoğan bugün Cumhurbaşkanı Sarayı’nda bir yemek verecek.

Erdoğan, Saat 13.00’de başlayacak yemekte akademisyenleri ağırlayacak.

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ile ilgili çok önemli kararların alındığı Çankaya Sofrası geleneğini 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de devam ettirmişti. Gül, Çankaya Sofrası ismiyle Kasım 2007’de başladığı yemekli toplantılara görevde bulunduğu süre boyunca devam etti ve 7 yılda 84 konuk ağırladı.

Cumhurbaşkanlığı Sofrası’na şu akademisyenler katılacak:
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi İstanbul Ticaret Üniversitesi, Prof. Dr. Osman Can Marmara Üniversitesi, Prof. Dr. Atilla Yayla İstanbul Ticaret Üniversitesi, Prof. Rr. Ahmet Çiğdem Gazi Üniversitesi, Prof. Dr. Fuat Keyman Sabancı Üniversitesi, Prof. Dr. Burhanettin Duran Şehir Üniversitesi, Prof. Dr. Gülnur Aybet Bahçeşehir Üniversitesi, Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşin Yeditepe Üniversitesi, Prof. Dr. Kemal Sayar (psikolog/yazar) Prof. Dr. Erol Göka (psikolog/yazar), Dr. İbrahim Dalmış (Pollmark araştırma şirketi) Doç. Dr. Fahrettin Altun Şehir Üniversitesi, Prof. Dr. Edibe Sözen Gazikent Kalyoncu Üniversitesi, Prof. Dr. Ümit Meriç, Prof. Dr. Alev Erkilet Sakarya Üniversitesi, Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, İzmir Milletvekili Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekereteri Fahri Kasırga, Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kalın, Danışman Savaş Barkçin.







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)