İran, Ahmedinejad ve Radikal Muhafazakarların Doğuş Süreci
www.turksam.org
Mahmut Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesi İran’da muhafazakar kesim içindeki radikal ve devrimci kesimin gücünü ve etkinliğini gösterdi . Muhafazakarların iç ayrışımlarını geleneksel, ılımlı ve devrimci (radikal) olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür. Geleneksel Muhafazakarlar büyük din adamları ve tüccarların tarihi ittifakı sonucu oluşmuş ve İran’ın geleneksel orta sınıf tabanı üzerinde gelişmiştir. İran’da Muhafazakarların ana kaynağı olan bu akım ekonomik alanda ticaret burjuvazisini savunmaktadır. Kültürel-siyasal alanda ise Velayet-e Fakih merkezli bir dini yoruma sahiptir. Bu akım iç ve dış politikada radikal davranışlardan uzak durma eğilimindedir. Ilımlı muhafazakar akım geleneksel muhafazakar akım içinden doğarak kendine özgü bir yol çizmiştir. Ekonomik alanda sanayi burjuvazisini savunmaktadır. Bu akım uluslararası sistem ile ekonomik entegrasyon arayışı içinde olduğu için dış politikada ideolojiden arınarak pragmatist olmayı savunmaktadır. Rafsancani ile özdeşleşen bu akım İran bürokrasisinde önemli nüfuza sahiptir.[2]
Devrimci (radikal) muhafazakarlar geleneksel akım temeli üzerinde ortaya çıkmışlardır. Geleneksel muhafazakar akım , muhafazakâr bloğun en etkin ve nüfuzlu akımı olsa da yaşlı din adamlarının kontrolündedir. Geleneksel muhafazakar akım içinde işler “ağabey-kardeş” ilişkisi çerçevesinde yürümektedir. Bu çalışma tarzı, genç muhafazakar kuşağın yolunu yıllarca tıkamıştır. Genç Muhafazakarları yeni ve farklı bir oluşuma zorlayan bir diğer neden 1997’den sonraki süreç olmuştur. 1997 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından 1998 yerel yönetim, 2000 Meclis ve 2001 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr blok yenilgi ile karşılaşmıştır. Muhafazakâr bloğun dört seçimi artarda kaybetmesinin rastlantı veya kısa dönemlik bir siyasal olgu olmadığını fark etmeye başlamışlardır. Genç muhafazakar kuşak bütün bu yenilgileri, ılımlı ve geleneksel muhafazakarlar söylemlerin iflası ile yorumlamaktaydı. Bu sebeple muhafazakâr genç kuşak bu akım ile yollarını ayırma sürecine girmiştir. Böylece muhafazakâr din adamları yavaş yavaş aktif siyasi hayattan uzaklaşmış ve yerlerini din adamı olmayan genç muhafazakâr kuşak almaya başlamıştır.[3]
1997’den sonra sürekli reformculara karşı kaybeden muhafazakarların yenilgisi Dini Lider Hamaney tarafından da kabul edilmiştir. Hamaney reform hareketine karşı yeni bir fikirsel mücadele başlatmıştır. Hamaney reform hareketini “Amerikancı Reform” ve “İslamcı reform” diye ikiye ayırmıştır. İran’da son dönemlerde gelişen reform isteklerinin ABD’nin istekleri doğrultusunda olduğunu ileri sürmüştür. Her türlü siyasal çoğulculuğun ve özgürlüğün Batı kaynaklı olduğunu ve devleti yıkmayı hedeflediğini dile getirmiştir. Hamaney “Batıcı” siyasi reforma karşı çıkarak idari ve iktisadi reformu “İslamcı reform” olarak sunmuştur.[4] Hamaney’in İslamcı reform söylemi genç muhafazakar kuşak için düşünsel zemin oluşturmuştur. Bu bağlamda reformcuların unuttuğu sosyal adalet söylemini esas alarak yeni bir akım başlattılar. Sosyal adalet söyleminin yanı sıra Muhafazakarların tanınmış politikacılarının yerine tanınmamış isimler ortaya çıkmaya başladı. Bu süreç İran’da Usulugera (ilkecilik) diye bilinen bir akımın doğuşuna yol açtı. Bu akım Hamaney kontrolünde olan Anayasa Koruyucular Konseyi, Yargı Erki ve askeri-güvenlik kurumlarının tam desteğini almaya başardı. Bu akım 2003 belediye, 2004 Meclis ve 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Mahmut Ahmedinejad bu akım tarafından ilk önce Tahran Belediye Başkanı ve daha sonra cumhurbaşkanı seçildi.
Devrim İçinde Yeni Bir Devrim Arayışı: Ahmedinejad Yönetimi
Ahmedinejad İran İslam Devrimini ve ardından kurulan İslam Cumhuriyetini kabul etse de başarılı bulmamaktadır. Ahmedinejad’a göre devrim kendi temel söylemlerinden uzaklaşmıştır. Devrim şeriat devleti kurmak için gerçekleşti ancak zaman süreci içinde laiklik ve sekülerizm karşısında geri adım atmaya başladı. Ahmedinejad’a göre devrim ekonomik alanda sosyal adaleti gerçekleştirmek istiyordu ancak İran ekonomisi çetelerin yolsuzluk aracına çevrilmişti. Ahmedinejad ayrıca İran dış politikasındaki medeniyetler diyalogu ve Batılılara karşı pragmatist arayışları, devrimin temel mantığından uzaklaşmak olarak görmektedir. Ahmedinejad’ın temel amacı devrimi bütün bu alanlarda yeniden yapılandırmaya gitmektir. Kendi hükümetini ise “yeni bir İslam devletine geçiş” olarak görmektedir. Bu açıdan bakıldığında Ahmedinejad yönetiminde “Mehdeviyet” önemli rol oynamaktadır.[5]
Mehdeviyet, Şiilerin kayıp olarak bildikleri on ikinci imamın (İmam Mehdi ) geri dönmesi ve Müslümanlara dünya hakimiyetini sunmasına denilmektedir. Ahmedinejad kendi hükümetini İmam Mehdi’nin gelişini hazırlayan hükümet olarak görmektedir. İç ve dış politikada geliştirdiği politikalar bu bağlamda şekillenmektedir. Ahmedinejad Şii toplumunun bu inancını körüklemeye çalışmakta ve Mehdeviyet olgusunu iç ve dış politikadaki radikal söylem ve davranışlara mezhepsel meşruiyet temeli olarak sunmaktadır. Ahmedinejad ve radikal muhafazakarlara göre “İran İmam Mehdi ülkesidir”. Mehdi ülkesinde seküler rejimin kurulması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında Mehdeviyet radikal Muhafazakarların temsil ettiği Şii fundementalizminin mezhepsel temelini oluşturmaktadır.
Ahmedinejad’a göre devrimin siyasal alanda temel söylemlerinden uzaklaşmasının en önemli sebebi İran bürokratlarıdır. Ona göre İran bürokrasisi tıkanmıştır. Bu sebepten bu kesim köklü bir değişime gitmeli hatta tasfiye edilmelidir. Ahmedinejad bu bağlamda geniş çaplı bir çalışma başlatmış alt, orta ve üst düzey birçok bürokratın görevine son vermiştir. Bu durum 1979’da İran İslam devriminden sonra gerçekleşen tasfiye sürecini yeniden gündeme getirmiştir. Ahmedinejad’a göre İran bürokratları “İslami yaşama ters olan aristokrat hayat tarzını” benimsemiştir. Bu sebepten İran bürokrasisi yolsuzluk aracına çevrilmiştir. Ahmedinejad bürokratik aygıtı istediği siyasal ve ekonomik düşünsel temelinde yeniden yapılandırmaya gitmiştir. 1979’dan sonra İran bürokratik aygıtında yetişen ve siyaset, ekonomi ve diplomasi alanında var olan elitleri kabul etmemekte, onların yerine tecrübesi olmayan yeni isimlerin atanması projesini gerçekleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında Ahmedinejad hükümetini “anti elitist” olarak yorumlamak mümkündür. Tecrübeli kadroların uzaklaştırılması İran’ı iç ve dış politikada çok farklı sorunlara itmektedir. Ayrıca bu tasfiye süreci sistem içi yeni çatışmaların doğmasına neden olmaktadır.[6]
Ahmedinejad cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında eşitlik, sosyal adalet, yolsuzlukla mücadele ve petrol gelirlerinin halk içinde eşit dağıtımı söylemlerini dile getirmekteydi.Ahmedinejad’ın bu söylemlerini gerçekleştirme konusunda tutarlı bir plana sahip olmadığı gözükmektedir, zira bu bağlamda popülist bir tavır sergilemeye başlamıştır. Mevcut projelerin en önemlilerinden biri Adalet Payı ve diğeri de Mehri Riza Sandığı’dır. Sosyal adalet adına yapılan Adalet Payı projesi her gün gelişen işsizlik sıkıntısına bir çözüm arayışındadır. Bu proje dar gelirli insanlara, şehit ailelerine ve Besicilere ucuz kredi sağlayarak küçük çapta ve orta çapta işletmelerin kurulmasını veya ayakta kalmasını amaçlamaktadır. Böylece devletin işsizliğe çözüm getirmesini ve dar gelirlilerin katkısını sağlayarak üretim kapasitesini artırmayı öngörmektedir. Mehri Riza sandığı ise gelir düzeyi düşük aileleri hedeflemekte ve devletin maddi yardımı ile az da olsa refah düzeylerinin yükseltilmesini amaçlamaktadır. Ayrıca bu proje gençlere yönelik alt projeleri de kapsamaktadır. Bu projeye iki milyar dolarlık bir kaynak ayrılmıştır. Söz konusu projelerin her ikisinin finansmanı petrol gelirlerinden karşılanmaktadır.
İktisadi açıdan Ahmedinejad hükümetinin beraberinde getirdiği problemlerden biri de borsadır. İran borsasının Ahmedinejad’tan önce sıkıntısı olmadığı söylenemez. Ama bu hükümet borsanın dibe vurmasına neden olmuştur. Alınan bazı önlemlerden sonra borsa yitirdiği değerin bir kısmını geri kazansa da borsanın problemleri bitmemiştir. Bilindiği gibi her borsa iç koşullar kadar dış koşullardan da etkilenmektedir. Günümüzde İran devletinin dış politikada sert bir tavır sergilemesi ekonomik istikrarın aleyhinde olmaktadır. Böylece borsa yatımcıların ve bunun yanı sıra yabancı sermayenin güvenini kazanmakta zorluk çekmektedir. Son dönemde İran’dan dışarı çıktığı söylenen 200 milyar dolarlık sermaye bunun bir göstergesidir.[7] Seçim öncesinde Ahmedinejad yaptığı bütün konuşmalarda İran ekonomisinin yolsuzluklar nedeniyle hasta bir ekonomi olduğunu söylemekteydi. Çözüm olarak da yapılan bütün yolsuzlukların üzerine gitmek ve onları halka açıklamak tavrını sergilemekteydi. Ancak bugüne kadar devlet tarafından ciddi bir adım atılmamıştır. Bunun nedeni, geçen zaman zarfında İran devlet bürokratları içerisinde aile bağlarının derinleşmesi ve diğer taraftan asıl sermaye sahibinin de siyasetin üst kademesini oluşturan kişiler olmasıdır.
Ahmedinejad döneminin en önemli özelliği İran dış politikasının sertleşmesi ve saldırganlaşmasıdır. Bu sertlik ve saldırganlığı tecrübesizlik olarak yorumlamak doğru değildir. Radikal Muhafazakarlara göre İran gibi ABD’nin hedef listesinde olan ülkelerin küresel sistemde yaşama şansı uyum değil güce bağlıdır. Nitekim 1997’den sonra Batıyla uyumlu olmaya çalışan İran, nükleer sorun başta olmak üzere birçok konuda istediği sonucu alamamıştır. İran yeni dönemde kendi gücünü hissettirmeye çalışmaktadır. İran; radikal muhafazakarların iktidarda olması, ABD’nin Irak ve Afganistan’daki sorunlu durumu ve petrol fiyatlarının artması nedeniyle kendini güçlü görmektedir. Ahmedinejad’ın İsrail karşıtı açıklamaları bunun açık göstergesidir. İran bu vesile ile kendisine yapılacak bir saldırı karşısında Irak ve Afganistan gibi olmayacağını ve bu eylemin faturasının Batı için çok ağır olabileceğini hissettirmektedir. İran nükleer problemi geri planda tutup sürekli İsrail sorununu gündeme taşımaktadır. Bu vasıtayla İslam dünyasında ABD karşıtlığını güçlendirmeye ve kendi sorununa ideolojik bir temel kazandırmaya çalışmaktadır.
Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olması Devrim Muhafızlarının İran siyasal hayatındaki rolü, etkinliği ve eğilimini açık şekilde göstermiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Devrim Muhafızları ve Besiç, Ahmedinejad’ı desteklediler. Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olması ile Devrim Muhafızları siyasal alanda geniş nüfuza sahip oldu. Ahmedinejad ve Devrim Muhafızları arasında karşılıklı güven ve iç-dış politikada düşünsel birlik mevcuttur. Bu durum bakanlık, valilik, büyükelçilik ve kilit bürokratik görevlerin Devrim Muhafızlarına devredilmesi ile sonuçlandı. Mollalar rejimin kurucusu oldukları için sistemin temel belirleyicisi konumundadırlar. Ahmedinejad’la beraber Mollaların yerini askerler almaya başladı. Bu durum İran’da asker ve Molla çatışmasını da gündeme getirmektedir.
Ahmedinejad ve Dış Politikada Pragmatizmin Çöküş Serüveni
İran 1979’da İslam Devrimi ile “siyasal İslam, devrim ihracı, terörizmi desteklemek ve kitle imha silahları elde etme çabaları” nedeniyle hem komşuları hem de büyük güçler ile sorun yaşamaya başlamıştır. İran dış politikası, rejim kimliği ve devletin bölgesel ve küresel sistemde farklı arayışları nedeni ile sıcak savaş gibi büyük krizler yaşamıştır. “Bekâsı istenmeyen rejim olması sebebi” ile İran dış politikası “bu krizler nasıl aşılabilir” sorunsalı temlinde şekillenmiştir. Bu bağlamda özellikle İran-ABD ilişkileri, İran dış politikasını bir “kriz yönetimi” hâline getirmektedir. İran çevresindeki değişimler ABD merkezli değişimlerdir ve söz konusu gelişmelerde ABD’nin temel amacı bu gelişmelerden İran’ı dışlamak veya İran etkisini en aza indirmektir. Bu politikanın sonucu olarak İran’ın dış politikasına yön veren temel eğilim, fırsat aramak ve bu fırsatları değerlendirmek yerine, tehdit faktörlerini en aza indirme çabası olmuştur.
“Bu yaşamsal krizlerden nasıl çıkılabilir?” sorusuna İran yönetimi içinde çok farklı bakış açıları mevcuttur. Reformcular bu krizden çıkışı yolunu “ülke içinde demokrasi” ve “dış politikada Batıyla uyumlu olmak” olarak görmektedir. Bu bakış açısı doğrultusunda, 1989’dan sonra ılımlı muhafazakar olan Rafsancani ile İran pragmatist bir söylem geliştirmeye başladı.[8] 1997’de Hatemi’nin iç politikada demokratikleşme çabaları gündeme geldi. Hatemi dış politikada “tansiyonu düşürmek” ve “medeniyetler diyalogu” söylemleri çerçevesinde İran’ın dünyaya entegre olması yönünde bir politika izledi. Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ile İran’ın dünya ile ilişkisi yeni bir döneme girmeye başladı. Hem Rafsancani, hem de Hatemi temelde İran rejimini “bekâsı kuşkulu olan rejim” olmaktan çıkarma gayesini gütmekteydi.
Radikal Muhafazakarlar, İran’ın yaşamsal krizden çıkma yolu bağlamında farklı bir yorum getirmekte ve ülke içinde demokrasiyi bir güvenlik sorunu olarak algılamaktadır. Dış politikada çıkış yolunun uyum yerine güç ve kuvvet gösterişi olduğuna inanmaktadır. Radikal muhafazakarlar, 1989’dan sonra dış politikadaki pragmatist arayışları, İran’ın güvenlik sorununu çözme noktasında başarısız bulmaktadır. Onlara göre İran bu anlayış çerçevesinde kendi rejiminin bekâsını garantiye alamamıştır.[9] Nitekim ABD Başkanı Bush, Hatemi döneminde İran’ı “şer ekseni” olarak nitelendirmiştir. Ayrıca Hatemi ve Rafsancani döneminde sıklıkla İran’ın ABD ve İsrail’in askeri hedefi olabileceği ifade edilmiştir.
Ahmedinejad, dış politikada pragmatist konseptin iflas ettiğine inanan bir akıma mensuptur. Bu nedenle Ahmedinejad dönemi ile İran, 1989’da Rafsancani ile başlayan ve 1997 ve 2005’e kadar Hatemi ile pekişen “Batıyla pragmatist uyum” geleneğinden kopmaya başlamıştır. Hatemi tarafından Batıyla yakınlaşmak için üretilen “medeniyetler diyalogu” tezi rafa kaldırılmıştır. Bu düşünce çerçevesinde Ahmedinejad pragmatist düşünceye sahip kadroları tasfiye etmeye başlamıştır. Dışişleri Bakanlığı, Güvenlik Yüksek Konseyi ve Büyükelçiliklerde önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Yeni yönetim farklı bir dış politika doktrini temelinde siyaset üretmeye başlamıştır. Kendini ABD ve İsrail’in hedef listesinde gören İran, saldırganlığı ve krizi tırmandırmayı en etkili caydırıcı faktörler olarak görmektedir. Böylece kendi rejiminin bekâsı doğrultusunda saldırganlığı rasyonalize etmeye çalışmaktadır. Radikal muhafazakarlara göre İran gibi Batı dünyası ile çeşitli sorunları olan bir ülkenin, Batı karşısında uyum ve sürekli taviz vererek rejiminin kalıcılığını sağlaması mümkün değildir. Irak eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin Batı karşısında sürekli taviz vermiş, ancak sonunda ülkesi işgal edilmiştir. Kendilerini Batıyla bir savaş halinde gören Muhafazakarlara göre, rejimin bekâsının sırrı güç sahibi olmaktan geçmektedir. Gücün caydırıcılığı daha güvenilirdir. İran’ın yeni dönemdeki dış politikasını “güçlü gözükmek, oyunun mahiyetini ve alanını belirlemek için saldırgan olmak ve krizi farklı bir kriz tırmandırarak çözmek” olarak adlandırmak mümkündür.
Ahmedinejad döneminde bu anlayış doğrultusundaki dış politika doktrinini hayata geçirmek için iç ve dış politikada uygun koşullar mevcuttur. İç politika bağlamında Ahmedinejad’ın göreve gelmesi ile reformcular iktidar alanından dışlanmıştır. [10] İran’da reformcu ve muhafazakarların oluşturduğu ikili yönetim son bulmuştur. Yargı, yasama ve yürütme erkleri bütünü ile radikal muhafazakarların eline geçmiştir. Söz konusu değişim, Ahmedinejad’ın dış politikada radikal bir çizgi izlemesi için önemli bir zemin hazırlamıştır. İç politika bağlamında bakıldığında radikalizmi körükleyen diğer bir önemli faktör, Ahmedinejad Hükümetinin önemli kısmının asker olmasıdır. Bu ekip, diplomasiden çok askeri gücün caydırıcılığına inanmaktadır. Küresel ve bölgesel dengeler içinde İran yeni dönemde kendi gücünü hissettirmeye çalışmaktadır. İran; ABD’nin Irak ve Afganistan’daki sorunlu durumu nedeniyle kendisi olmadan istikrarı sağlayamayacağını düşünmektedir. Ayrıca petrol fiyatlarının artışı İran’a ekonomik anlamda ciddi bir rahatlık sağlamıştır. Petrol fiyatlarının artması ile 60 milyar dolar gelire sahip olan İran, Batıyla sorun yaşaması durumunda büyük ekonomik kriz yaşamayacağını düşünmektedir.
Ahmedinejad Dönemi ve İran’ın Küresel Konumu
ABD, nasıl bir İran istediğini net olarak bilmekte, ancak istediği İran'ı nasıl kuracağı konusunda önemli sorunlar yaşamaktadır. Başka bir ifade ile ABD, İran konusunda taktik düzeyde bir sorun ile karşı karşıyadır. ABD, "İran İslam rejimini yıkma ve onun yerine kendine bağımlı bir yönetim kurma” arayışı içinde olsa da, bu amacı gerçekleştirmek için yeterli olanaklara sahip değildir. ABD, ne İran içinde rejim karşıtı bir halk ayaklanması yaratacak kadar, ne de küresel sistemde devletleri İran aleyhinde seferber edebilecek ölçekte bir güce sahip olamamıştır.
Ahmedinejad yönetiminin iç ve dış politikada kullandığı söylemler, ABD’ye İran karşıtı çalışmalarında önemli kozlar sağlamaktadır. ABD, Irak savaşı boyunca dünya kamuoyunda ciddi bir imaj kaybına uğramıştır. Bu imaj kaybı sonucu, dünya kamuoyunu İran karşıtı bir seferberliğe ikna etme güç ve yetisini yitirmiştir. Ahmedinejad’ın radikal söylemleri, bazı radikal İslamî çevreleri hoşnut etse de, dünya devletlerini tedirgin etmeye başlamıştır. Ahmedinejad yönetimi ABD’nin İran karşıtı çalışmaları için çok önemli bir fırsat yaratmıştır. ABD’nin bu fırsatı kaçırmayacağına kesin gözüyle bakmak gerekmektedir.
İran 1989’dan sonra AB’ye yakınlaşarak ABD’yi İran karşısında yalnızlaştırmak istemiştir. Bu durum, İran için göreceli bir uluslararası destek sağlamıştır.[11] Söz konusu politika, ABD’nin İran’ı tecrit etme ve ambargo uygulama politikasının yenilgiye uğratılmasında etkili olmuştur. Ahmedinejad’la beraber İran ve AB ilişkileri zedelenmeye başlamış ve AB’nin İran politikaları ABD’ye yakınlaşmıştır. Ahmedinejad yönetimi AB’nin İran politikasının iflası anlamına da gelmektedir. AB ve ABD’nin İran’dan iç ve dış politikada talepleri aynı doğrultudadır. Ancak bu siyasî amaçları gerçekleştirmek için farklı metotlar benimsemişlerdir. AB’ye göre İran ile diyalog ve ilişki kurulmalıdır. İran’ın “akıllılaştığı” oranda bu ilişkilerin geliştirilmesi ve derinleşmesi politikası takip edilmelidir. AB, İran ile ilişki kurmak ve onu diyalog yolu ile “akıllandırmak” yolunu seçmiştir. Gelinen noktada AB, İran’ın “akıllanmak yerine daha radikalleşmesi” olgusu ile karşılaşmıştır. Bu durum AB’nin İran politikasını çıkmaza sokmuştur. AB, ya nükleer güç olmak isteyen radikal bir İran’ı kabullenecek, ya da ABD’nin “baskı, tecrit, ambargo ve ilişkilerin askıya alınması” gibi politikalarına destek vermeyi tercih edecektir. İran-AB arasındaki gelişmelere bakıldığında, AB’nin radikalleşmiş bir İran’ı kabul etmeyeceği gözükmektedir. İran açısından ise AB ve ABD’nin İran konusunda yakınlaşması tehditler içeren bir olgudur. [12]
İran’ın İsrail’e farklı bir bakış açısı olmasına rağmen, günümüze kadar etkin olan politika Humeyni tarafından kuramsallaştırılmış ve 1979’dan bu yana yürütülmüştür. Bu görüşe göre, İsrail ile barış yapmak için ortaya konacak her türlü çaba İslâm dünyasına ve Filistin’e ihanettir. İsrail’in varlığı gayrî meşrudur ve yok edilmelidir. İran bu bağlamda Hamas, İslamî Cihat ve İntifada’yı desteklemiştir.[13] İran, İsrail varlığını “gayrı meşru” bulsa da, bu söylemi resmi makamlar tarafından dinlendirmemeye gayret göstermiştir. Bu söylem 1989’den sonra ilk defa Ahmedinejad tarafından dile getirilmiştir. Ahmedinejad’ın İsrail konusundaki açıklamaları bilinçli bir politikanın ürünüdür. Bu vesileyle İslam dünyasında ABD karşıtlığını güçlendirmeye ve kendi sorununa ideolojik bir temel kazandırmaya çalışmaktadır.
İran 1979 İslam devriminin ardından birçok Arap devleti ile de kriz yaşamaya başlamıştır. İran, 1989’dan günümüze kadar Arap Dünyasıyla olan sorunlarını çözmek için girişimlerde bulunmuştur. Hatemi’nin 1997’de geliştirdiği “tansiyonu düşürme” politikası Arap Dünyasında olumlu yankı bulmuştur. Bu durum Araplar ve İran arasındaki ilişkilerin iyileşmesine yol açmıştır. Ahmedinejad’la beraber Arap Dünyası ile İran ilişkileri de karmaşık hale gelmeye başlamıştır.
Ahmedinejad yönetiminin Arap Dünyasında çelişkili tepkilere muhatap olması beklenir. İsrail karşıtı açıklamaları Arap kamuoyunda olumlu yankı bulacaktır. Ancak devletlerin farklı tepkileri de ortaya çıkabilir. Ahmedinejad’ın söylemleri Suriye gibi ABD’nin hedef tahtasında olan bir ülkeyi rahatlatsa da,[14] birçok Arap Devletini hoşnut edecek nitelikte değildir. Arap Devletleri açısından Ahmedinejad yönetimi, nükleerleşme çabaları, ABD-İran arasındaki sıcak gerginlik, Filistin sorunun radikalleşmesi ve bölgede yeni istikrarsızlık alanları yaratması bakımından endişe kaynağıdır. Bu şartlarda Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi radikal İslam sorunu olan ülkeler doğal olarak tedirginlik duyacaktır. Dolayısıyla İran ve Araplar arasında yaratılmasına çalışılan anlayış ortamı olumsuz yönde etkilenebilir
İran-Rusya ilişkisi tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir gösterse de, SSCB'nin dağılmasının ardından iyileşme, derinleşme ve çok boyutluluk kazanarak devam etmiştir. Çünkü İran ve Rusya bölgesel açıdan ortak çıkar alanlarına, küresel sistem konusunda da ortak bakış açısına sahiptir. Ayrıca her iki ülkenin bölgedeki çıkar tanımlamaları birbirine yakındır. Her iki ülke tek kutuplu dünya düzeninden ve ABD'nin hegemonya arayışından ciddi şekilde rahatsızdır. Rusya, İran’ın nükleer ve askeri çalışmalarından önemli ekonomik fayda sağlamaktadır. Rusya, İran ile ilişkilerini korumayı arzu etmekle beraber Batı dünyasıyla olan ilişkisini zedelemek de istememektedir. Moskova, İran-ABD arasındaki gerginliğin sıcak bir savaşa dönüşmesini ve İran’ın işgal edilmesini istememektedir. Bu nedenle Rusya, İran ve Batılılar arasındaki sorunu çözmek için devreye girmiştir. Fakat, Rusya’nın İran nükleer krizini çözme yolundaki çabaları istenilen sonucu vermemiştir. Söz konusu durum Rusya ve İran ilişkilerini zayıflatabilecektir.[15]
Türkiye ve İran, iyi ilişkilere ihtiyacı olan iki komşu ülkedir. İki ülkenin büyüklüğü, tarihi geçmişleri ve sahip oldukları kültürel zenginlik taraflara çeşitli alanlarda işbirliği imkanı ve ihtiyacı sunmaktadır. İran, Türkiye için Orta Asya’ya karayolu ulaşımı fırsatı sunarken, Türkiye ise İran için Avrupa’ya açılan kapıdır. İran’ın, Türkiye üzerinden doğal kaynaklarını Avrupa pazarlarına sunma şansı varken, Türkiye de İran üzerinden Orta Asya, Kafkasya ve Hazar Havzası ile çeşitli ekonomik ilişkiler kurma potansiyeline sahiptir. İki ülkenin jeopolitik konumları her ülkeye farklı stratejik, jeopolitik ve ekonomik değerler sunmakta ve çeşitli alanlarda ortak çalışma zorunluluğu doğurmaktadır. Türkiye ve İran, dost ülke olma yolunda özellikle 1997'den sonra önemli adımlar atmaktadırlar.
Türkiye-İran ilişkilerinde 1997'den sonra yakalanan olumlu ivmenin Ahmedinejad sonrası dönemde sürdürülmesi zor gözükmektedir. Ahmedinejad'ın radikal çıkışları, iki ülkenin rejim, bölgesel politika ve küresel konum farklılığını açık şekilde gözler önüne sermiştir. Bu açıdan bakıldığında her ne kadar yakınlaşma sağlanmaya çalışılsa da, iki ülke arasında ilişkilerin iyileşmesi yönünde beklenen ve istenilen ilerleme kaydedilemeyebilir. Ahmedinejad'ın radikal tutumu, İran-Türkiye ilişkilerinde sorun yaratmanın yanı sıra Türkiye-ABD ilişkilerinde de yeni bir kriz alanı oluşması anlamına gelmektedir. Türkiye; İran’ın kitle imha silahı geliştirme, terörizmi destekleme, siyasal İslam olgusunu yayma, Orta Doğu Barış Süreci’ne engel olma ve ülke içindeki totaliter şeriat rejimi modeli konularından endişe duymaktadır. Ancak Türkiye, ABD'nin İran'da köklü rejim değişikliğine dönük sert ve radikal politikalarından yana olmamıştır. Türkiye’nin İran politikası, rejimin kendi iç dinamikleri ile iç ve dış politikada reform yapılması esasında şekillenmektedir. Bu bağlamda Türkiye, AB’nin İran politikası çizgisine daha yakın gözükmektedir. Bu açıdan bakıldığında ABD-İran arasındaki gerginlik Türkiye için çok çeşitli sorun ve krizlerin ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Başka bir ifade ile Türkiye, İran sorunu nedeni ile, ABD ile yeni bir krizin eşiğindedir.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
Genç muhafazakarlar, 1997’den sonra görülen ikili yönetim (reformcu-muhafazakar) olgusuna son vermek projesi temelinde ortaya çıktı. Bu kuşağın temsilcisi Ahmedinejad iktidarı ele geçirmeyi başardı. Mehdeviyet olgusu, askerler ve güvenlikçilerin etkinliği (Devrim Muhafızları), anti-elitizm, aristokrasi karşıtlığı, aşırı Batı karşıtlığı ve dış politikada saldırganlığın rasyonelleştirilmesi, Ahmedinejad yönetiminin en önemli özelliklerinden sayılmaktadır.
Ahmedinejad’ın seçimleri kazanmasının ardından reformcular iktidar alanını terk etti ve İran’da tüm güçler Muhafazakarların eline geçti. İkili (reformcu- muhafazakar) yönetim olgusuna son verildi. Yürütme, yargı ve yasama erkini aynı zamanda ellerinde bulundurma projesi Muhafazakarların uzun süre takip ettiği bir strateji idi. Muhafazakarlar bu konuma 1979’dan sonra sahiptiler. Günümüzde Muhafazakarların projeleri gerçekleşti ise de farklı ve yeni sorunlar ile karşılaşmaya başladılar. Muhafazakarların tüm kesimleri tarafından kabul edilen bir eylem planına sahip olmamaları nedeniyle fikri ve çıkar farklılıkları belirginleşmeye başladı. Muhafazakarlar, Ahmedinejad döneminde kendi içlerinde parçalanma sürecine girmiştir. Ahmedinejad, ılımlı ve geleneksel muhafazakar kesimi iktidar alanının dışına itmek niyetindedir. Bu durum muhafazakarlar arasında yeni bir çatışma alanı oluşturmaktadır. Bu durum Ahmedinejad’ın sistem içi güç ve etkinliğinin sınırlanması, zayıflaması ve yıpranması sürecini doğurmuştur.
Ahmedinejad’ın dış politikada sergilediği tutumları nedeniyle AB ve ABD arasında, İran konusunda bir yakınlaşma ortaya çıkmıştır. Ahmedinejad’ın tehlikeli olduğu konusunda Batılılarda fikir birliği oluşmaktadır. İran BM ile sorun yaşamaya başlamıştır. Bu gelişmeler İran’ın Batı ile ilişkisini çok tehlikeli bir zemine itmektedir.
Ahmedinejad seçim sürecinde gündeme getirdiği sosyal adalet yerine iç ve dış politikada radikal bir söylem geliştirmeye başladı. Bu söylem İran halkı üzerinde olumsuz etki bırakmaktadır. Yaptığı açıklamalar Ahmedinejad’ın ciddiyetini halk nazarında sarsmaktadır. Radikal söylemi onun kısa sürede yıpranmasına neden olmuştur.
Ahmedinejad’ın ekonomik siyaseti de tehlike altındadır. Dış politikada saldırgan söylemler, dış yatırımın azalması ile ve yolsuzlukla mücadele sloganı sermayenin İran’dan çıkması ile sonuçlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında Ahmedinejad’ın ekonomik politikalarının başarılı olmasının ne kadar zor olduğu görülmektedir.
Özetle Ahmedinejad, muhafazakarlar arasında, ülke içinde ve dış dünyada önemli zorluklar karşı karşıya kaldı. Siyasal söyleminin başarısı ekonomik başarısına bağlıdır. Oysa koşullar devam ettikçe Ahmedinejad’ın başarılı olması çok zor gözükmektedir.
Ahmedinejad İran’ının dış politikası devrim sonrası Humeyni dönemini hatırlatmaktadır. Ancak, birçok konuda benzerlikler bulunsa da, temel bir farklılık mevcuttur. Humeyni dönemi İran’ında birçok İslam ülkesi rejimi meşru olarak görülmemekte ve bu ülkelere devrim ihraç edilmesi düşünülmekteydi. Ahmedinejad yönetimi ise Humeyni’den farklı olarak, Batı karşısında daha iyi direnebilmek için şimdilik İslam ülkeleri ile iyi ve yakın ilişki kurma eğilimi içinde gözükmektedir. Başka bir ifade ile yeni İran yönetiminin radikalleşme gündeminde ABD, AB ve İsrail öncelikli bir konuma sahiptir.
Ahmedinejad yönetimi “rejimin bekâsının garantiye alınmasında” pragmatist yaklaşımları başarısız olarak değerlendirmektedir. İran’ın yeni dönemde kendi bekâsını sağlamak için “saldırganlığı” akılcı bir politika olarak algıladığı gözükmektedir. Radikal muhafazakarlara göre İran Batıyla uyumlu hale gelmek için birçok devrimci ülkü ve amacından vazgeçmiş ise de, rejim garantisini alamamıştır. Devrimci ülkülerinden uzaklaşma sürecine giren İran, Batıyla ilişkilerinde sürekli kaybetmiştir. 1997’den sonra Batıyla uyumlu olmaya çalışmış, ancak nükleer sorun başta olmak üzere birçok konuda istediği sonucu alamamıştır. İran yeni dönemde “varlığı kabul edilmediği takdirde” uyumlu olmayacağını bildirmektedir. Ahmedinejad’ın İsrail, ABD ve AB karşıtı açıklamaları bunun açık göstergesidir.
Bu politikaların sonucu olarak İran, önemli sorunlar yaşamaya başlamıştır. İran’ın tehlikeli olduğu konusunda uluslararası toplumda fikir birliği oluşmaya başlamıştır. Nitekim uluslararası kuruluşlarda İran aleyhinde kararlar alınabilmiştir. Nükleer çalışmaları bağlamında Atom Enerji Ajansı ile ilişkileri gerginleşmiştir. Ayrıca, İsrail ve insan hakları konusunda BM’de iki defa İran aleyhinde karar çıkmıştır.
İran’ın dostları kendisinden uzaklaşmakta ve bölge devletlerinin İran’ın nükleer çalışmalarından duydukları tedirginlik artmaktadır. Bu fırsattan mutlaka yararlanmak isteyen ABD ve İsrail; İran karşıtı propaganda çalışmalarına hız vermiştir. ABD ve İsrail içinde İran’a askeri müdahalede bulunulmasını isteyen grupların var olduğu bir dönemde, İran’ın radikalleşmesi askeri müdahale için meşru bir zemin oluşturabilir.
İran Batıya, kendisine yapılacak bir saldırı karşısında Irak ve Afganistan gibi olmayacağını ve bu eylemin faturasının Batı için çok ağır olabileceğini hissettirmektedir. İran’ın bu gövde gösterisi tam tersi bir sonuç verebilir. Çünkü İran’ın bu etkinliği Batıyı ciddi şekilde tedirgin etmektedir. Batı, radikal İslam Dünyasında nüfuza sahip olan bir İran’ın nükleerleşmesini istememektedir. Bu açıdan bakıldığında Batılılar için nükleerleşmiş bir İran büyük bir tehdittir. İran’ın radikalleşmesi Batının da sertleşmesine yol açmaktadır. Bölge yavaş yavaş istenilmeyen bir mecraya sürüklenmektedir.
________________________________________
[1] İran’da reform hareketi ve başarısızlıklarının nedenleri ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için bkz:
Emre BAYIR,Reform Yapamayan Reformcuların Anatomisi , Stratejik Analiz, Ocak 2003 Sayı 33.
[2] İran’daki siyasal ayrışımları daha iyi anlamak için bkz. Hüccet Mürteci, Cenahay-e siyasi Der İran Emruz,Tahran,1378.
[3] Şehzat Esnaeşeri, “Furpaşi Cenaha”, Gozareş, Sayı 166, 1384, s.8.
[4] Emre Bayır, “Hameney ve Cumhuriyet Projesinin Dönüşümü”, Stratejik Analiz, Sayı 2, Haziran 2000, s.15.
[5] Mahmut Ahmedinejad'ın düşüncelerini daha iyi öğrenmek için bkz. http://www.khedmat.ir/
[6] Şehzat Esnaeşeri, “Abdgeran Aley Abadgeran”, Gozareş, 1384, Sayı 68, s.7.
[7] Bu bilgi yargı erki tarafından verilmiştir. Abbas Vekil, “Ferar Por Şetab Sermaye Ez Keşver”, Şoma, Sayı 435, 1384, s.6.
[8] İran’da muhafazakarların iç ayrışımlarını daha iyi öğrenmek için bkz.
Arif Keskin, “Devrim İçinde Yeni Bir devrim Arayışı :Ahmedinejad ve Radikal Muhafazakar Akım”, Stratejik Analiz, Sayı 69, Ocak 2006, s.59.
[9] Kazem Celali, “Siyaset-e Teneşzodayi Bisemer Bud”, 03 Ocak 2006,
http://www.iran-emrooz.net/
[10] İran’da reformcuların doğuşunu, gelişim sürecini ve iç farklılıklarını öğrenmek için bkz.
Emre Bayır, “Reform Yapamayan Reformcuların Anatomisi”, Stratejik Analiz, Ocak 2003, Sayı 33.
[11] Ahmet Behşayeşi, Usul-e Siyaset-e Xariciy-e Cumhuriy-e Eslami, Avay-e Nur Yayınevi, Tahran, 1379, ss.156-157.
[12] Emre Bayır, “ABD-İran Gerginliğinde AB-İran İlişkilerine Analitik Bir Bakış” Stratejik Analiz, Cilt 3, Sayı 28, Ağustos 2002, s.53.
[13] Ali Nihat Özcan ve Emre Bayır, “Orta Doğu Barış Süreci, Oyuncuları ve İran”, Stratejik Analiz, Cilt 3, Sayı 22, Şubat 2002, s.44.
[14] Oytun Orhan, “Suriye’nin Zamana Karşı Mücadelesi”, ASAM internet sitesi, Günlük Değerlendirme Bülteni, 27 Aralık 2005.
[15] Rusya’nın İran nükleer çalışmaları hakkında bkz: Arif Keskin , “İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar” , Stratejik Analiz, Mart, 2005 Sayı 59.
[email protected]
|