İsrafil Kuralay İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı UTESAV Başkanı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Üyesi 1965 Erzurum’un Tortum ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
TRT’de, TGRT’de görüntü yönetmeni ve yapımcı-yönetmen olarak görev yaptı.
İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyeliği, UTESAV Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevinde bulundu. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Üyeliği yaptı. BSF(Bilim Sanat Felsefe) Akademisi Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.
Çok sayıda televizyon programı, belgesel, siyasi kampanya, marka ve iletişim kampanyalarına imza attı.
Yedirenk İletişim Yapım firmasının kurucu ortağı ve genel müdürü. İstanbul Ticaret Odası Meclis Üyesi. MÜSİAD Genel Başkan Yardımcısı seçildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi. Sürekli basın kartı sahibi. Evli ve iki çocuk babası olan Kuralay, orta derecede İngilizce, Arapça ve Fransızca bilmektedir.
ESERLERİ:
1.Belgeselin Belleği NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK
2.El Turko Günlükleri Latin Amerika’da Osmanlı İzleri PROFİL KİTAP
ESER-AYRINTI
Belgeselin Belleği Dr. İsrafil Kuralay NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK Yayın Tarihi: 25.05.2021 ISBN: 9786254394065 Dil: TÜRKÇE Sayfa Sayısı: 336 Cilt Tipi: Karton Kapak Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı Boyut: 15.5 x 21.5 cm
Bilimle sanatı buluşturan yegâne sanat dalı olan belgesel, insanı ve evreni en iyi anlama araçlarından biridir. Sinema tarihini başlatan tür olarak belgesel film, tarihteki yerini aldı. Bu kitapta, belgesel filmin dünyada ve Türkiye'de yaşadığı değişim anlatıldı. Sinema ve televizyon bağlamında belgesel filmin geçirdiği süreçler incelendi. Sinema ve televizyonda yayınlan türler karşında belgeselin konumu tespit edildi. Kurmaca ile belgesel arasındaki ayrışımlar, kesişimler değerlendirildi. Belge ile kurmaca arasına sıkışan belgesel ayrımına dikkat çekildi. Değişen dil ile beraber belge belgeselciliğinden kişisel hikâyelere uzayan bir sürece vurgu yapıldı.
Teknolojik yeniliklerin belgeselin dil ve anlatımına etkileri de derin oldu. Türkiye'de TRT'nin belgesel için öncü, tanımlayıcı ve yön gösterici niteliği çok baskın olmuştur. Bu çerçevede kamu belgeselciliğinin öncüleri, ustaları ve yeni nesil iz sürücüleri ile belgeseli konuşmak, aslında belgeselciliğin belgeselini yapmaktı. Ekol olma yolunda bir tarz olarak TRT belgeselciliği incelendi. Belgeler ve bilgiler eşliğinde belgesel film tarihine yolculuğunuz da son derece zevkli olacaktır. Değişen dil, tarz ve türler bağlamında belgeselin geleceğine tanıklık yapacaksınız. Tarih, kavramlar, ilkler, ustalar, dil, tarz, ekol bağlamında Belgeselin Belleği sizi çağırıyor.
ESER-AYRINTI
El Turko Günlükleri Latin Amerika’da Osmanlı İzleri Dr. İsrafil Kuralay PROFİL KİTAP
Yayın Tarihi: 04.04.2022 ISBN: 9786258498318 Dil: TÜRKÇE Sayfa Sayısı: 136 Cilt Tipi: Karton Kapak Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı Boyut: 13.5 x 21 cm
İsrafil Kuralay, El Turko Günlükleri adlı kitabında 19. yüzyılda ellerinde pasaportlarıyla uzun ve zorlu yolculukların ardından Amerika kıtasına varan göçmenlerin hikâyesini anlatıyor. Bugün bütün kıtaya yayılmış, özellikle Güney Amerika kıtasında yaşayan “El Turko” kimliğiyle anılan 30 milyon civarında Osmanlı vatandaşının kuşaktan kuşağa aktardıkları dramatik göç hikâyeleri, sınıf atlamak ve toplumsal saygınlık kazanmak için verdikleri mücadeleler okunmaya değer.
Kuralay, 13 bölümlük bir belgesel olarak da sunulan Latin Amerika gezintisinde El Turkoların izinde deneyimlediklerini günlükler şeklinde ilgilileriyle paylaşıyor. Arjantin, Uruguay, Brezilya, Şili ve Meksika günlükleriyle göçün sebeplerine ve gidilen ülkelerdeki zorlu mücadelelere değiniyor.
HABER
Ülkemizin teknoloji üretmesi ve uygulamaya koyması bir zorunluluktur
UTESAV 14 Kasım 1995 tarihinde 54 sanayici ve iş adamı tarafından kuruldu. Kurucu üyeleri İstanbul ve Anadolu´nun değişik illerinde faaliyet gösteren işadamlarıdır.
Türkiye gibi ekonomik kalkınma modeli olarak sanayileşmeyi benimseyen, ancak gelişmiş ülkelerin gerisinde kalan ülkeler, sanayileşmesini dışarıdan temin edilen teknolojilere dayandırmak zorunda kalmışlardır.
Ülkemizin teknoloji üretmesi ve uygulamaya koyması bir zorunluluktur. Biliyoruz ki, teknolojik üstünlüğe sahip işletmelerin oluşturduğu ekonomiler, güçlü devlet ve milletleri meydana getirmekte, bu milletler bulundukları çağa imzalarını atabilmektedir.
Bugün gelişmiş ülkelerin gayri safi millî hasıladan Ar-Ge harcamalarına ayırdıkları pay % 2-3 oranındadır. Bu pay Japonya´da % 3.1, Güney Kore´de % 5 düzeyindedir. Bilim ve teknolojinin önemi ülkemizde tarz olarak anlaşılamadığı için, Türkiye Ar-Ge harcamalarına % 0.5 pay ayırmakta, bunun gerçekleşme oranı ise % 0.3 seviyesinde kalmaktadır. Bu açığın kapatılmasında sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.
Ülkemizin içinde bulunduğu gerçekler değerlendirildiğinde, önümüzdeki on yıl içinde sanayileşme surecinin tamamlanması ve bilgi toplumuna geçiş yolunda önemli adımların atılması gereği, kurum ve kuruluşlarıyla tüm Türk toplumunun temel hedefi ve görevi olduğu ortadadır. Bu yapılamadığı takdirde, gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafe kapanmayacak, bilakis daha da artacaktır. UTESAV, sanayici ve işadamlarımızı, ülkemizin sanayileşme sürecinin tamamlanması için bir zorunluluk olan, teknolojik yeniliklerle tanıştırmak ve bu alanda diğer gelişmiş ülkelerle rekabet edebilir hâle getirmeyi birinci derecede bir gaye edinmiştir.
Bunun yanı sıra Vakfımız, ülkemizin içinde bulunduğu büyük ekonomik bunalımdan bir an önce çıkması, insanımızın hak ettiği refah ve saadet seviyesini yakalaması için, ekonomik ve sosyal konularda araştırmalar yaptırmakta ve araştırmacıları desteklemektedir.
UTESAV, yurtiçi ve yurt dışındaki benzer kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak üzere girişimlerde bulunmakta, üyelerimizin ve diğer sanayicilerimizin ufkunun açılmasını, onların dış dünyayla tanışıp her türlü ticarî, teknolojik ve ekonomik rekabete hazır hâle gelmelerini sağlamanın yollarını araştırmaktadır.
Vakfımız, eğitim ve danışmanlık hizmetleri, yayınlar ve fuar organizasyonu vs. gibi faaliyetlerini 05.02.1996 tarihinde kurduğu UTESAV İktisadi İşletmesi aracılığıyla yürütmektedir.
HABER
İnternetteki özgür ortamını bozmadan zararlı yayınlara karşı önlem alınabilir
UTESAV'ın düzenlediği toplantıya katılan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Tayfun Acarer, internet güvenliği üzerinde önemli açıklamalarda bulundu. Toplantının açılışında konuşan UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay, internetteki özgür ortamı bozmadan zararlılara karşı önlem alınabileceğini söyledi.
UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay da doğru bilginin yayılması paylaşılmasında hayatımızı kolaylaştıran internetin yanlış verilerin dağıtımına da ortam sağladığına dikkat çekerek, “Yanlışlar daha hızlı yayılıyor ve kötüler maalesef daha çabuk hakim oluyor” dedi. Yetişkinlerin kendilerini koruyabileceğini, ancak çocukların tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu anlatan Usrafil Kuralay, şöyle devam etti: “Bilginin kirlenmesi, şiddete yönlendirme ve pornografik içerik internetin bir gerçeği. Önlem olmadığı taktirde çocuklar şiddete ve yanlışa maalesef daha çabuk adapte oluyorlar.”
İnternetteki özgür ortamı bozmadan zararlılara karşı önlem alınabileceğini dile getiren Kuralay, bu amaca hizmet eden Güvenli İnternet uygulamasına karşı çıkanların söz konusu sakıncalı içerikten yarar sağlayan lobiler olduğunu vurguladı.
HABER
Bizi biri düşündürmesin!
UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay'ın 'Bizi biri düşündürmesin!' başlıklı makalesi, Star gazetesinde yayınlandı.
Bizi biri düşündürmesin!
Rene Descartes, yaklaşık 500 yıl önce "Düşünüyorum, o halde varım" demişti. Var olmak için düşünmenin şart olduğunu miras bırakan Descartes 1650'de hayata veda etti, ancak ondan sonra gelenler bu anlayışı geliştirdiler. Hatta 'Düşünce Kuruluşu/Think-Tank' adı altında kurumsal yapılara kavuşturup sistematik hale getirdiler.
Kurumsal olarak ilk tink-tankların 1901-1917'lerde ABD'de ortaya çıktığı belirtiliyor. Bu yüzden en fazla tink-tank kuruluşu ABD'de bulunuyor. Dünya genelindeki yaklaşık 6 bin düşünce kuruluşundan 2 bine yakınının bu ülkede faaliyet gösterdiği kaydediliyor.
Dünyanın en etkin 10 tink-tank kuruluşunun ABD'de olması, ABD hariç tutulduğunda en belirleyici ilk 10'un ise Avrupa coğrafyasında yer alması dikkate değer bir konu olarak ortaya çıkıyor. Diğer bir ifadeyle, bugün dünya sahnesinde var olanların arka planında düşünce kuruluşlarının bulunduğunu gözlemliyoruz. Türkiye'de faaliyet gösteren 20'yi aşkın düşünce kuruluşundan bazılarının da bu yabancı düşüncelere taşeronluk yaptığını izliyoruz.
GDO'lu düşünceler
Milyonlarca dolar bütçesi ve binlerce çalışanı bulunan küresel tink-tankların zamanla yeni yeni misyonlar edindiği dikkat çekiyor. Başlangıçta bir durumu anlama, analiz etme ve geleceğe yönelik öngörüler çıkarma konusunda çalışan think-tankların günümüzde amaca uygun yapay düşünceler de geliştirdiklerini izliyoruz. 'Düşünce fabrikası' olarak da tanımlanan bu yapıların, laboratuarlarında deyim yerindeyse GDO'lu düşünce de ürettiklerini öğreniyoruz. İşte bunlardan bazı örnekler:
1- İslamofobi oluşturma: Anlam olarak 'İslam korkusu (fobisi)' demek olan kavram, İslam'dan ve Müslümanlardan korkma, çekinmeyi ifade ediyor. Kelime ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup 11 Eylül saldırılarıyla gündeme getirildi. Tarihi kökleri İspanya'da Endülüs'ün Müslümanlar tarafından fethedilmesine kadar inen kavram, Samuel Huntington'un ünlü "Medeniyetler Çatışması" makalesi ile güncellendi. Karikatür krizleriyle de beslendi, büyütüldü. Samuel Huntington'un ABD'nin en etkin tink-tanklarından CFR'nin ideoloğu olması, dünyanın nasıl yapay bir düşünceyle karıştırılabildiğini gösteriyor.
2- Savaş çıkarma: laboratuarlarda üretilen düşüncelerle savaş bile çıkarıldığını, ülkelerin işgal edildiğini gördük, yaşadık. Nitekim Irak işgalinin yalan bir istihbarat (Irak'ta kimyasal silah olduğu yönündeki düzmece raporlar) bilgisi sonucunda yapıldığı itiraf edildi. Dokuz yılda resmi rakamlara göre 120 bin kişinin ölümüne neden oldu. ABD'nin "Kasıtlı yanlış" istihbaratla; tüm dünyaya, hem de Birleşmiş Milletler'de, yalan söyleyerek başlatılan bir savaştan geriye, resmi rakamlara göre 120 bin ölü kaldı. Britanya'nın en saygın gazetelerinden The Observer'ın ORB kamuoyu araştırma şirketine dayandırarak yayınladığı bir araştırmaya göreyse, ABD "Irak halkını özgürleştirmek" için başlattığı bu savaşta 1 milyon 200 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Geride paramparça, kaos içinde, tüm kurumları ve altyapısıyla çöküntü içinde ve daha da fakirleşmiş bir Irak kaldı. Daha da önemlisi ABD bölgede Şii-Sunni cepheleşmesine yol açtı.
3- Darbe geliştirme: Bir gazete manşetiyle Düşünce Fabrikaları'nın darbe geliştirme merkezleri olarak da kullanıldığını öğrendik. "Askerin 'Think'i gitti 'Tank'ı kaldı" başlıklı habere göre dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ön ayak olduğu, aynı dönem Genelkurmay Başkanı olan emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından açılışı yapılan Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) 2011 kasımında faaliyetlerine son verilmiş. ((20 Ocak 2012 Cuma - Akşam) Askerin düşünce kuruluşu (Think-tank) olarak bilinen SAREM'in adını gündeme getiren en önemli gelişme 2007 yılında yaşanmıştı. Türkiye üzerine 'Felaket senaryoları'nın konuşulduğu ABD'deki Hudson Enstitüsü'nde (ABD'nin etkin tink-tanklarından) düzenlenen toplantıya, dönemin SAREM Başkanı Süha Tanyeri'nin katıldığı ortaya çıkmıştı. Uzun süre tartışılan senayolara göre, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu suikasta kurban gidecek, Beyoğlu'nda düzenlenecek canlı bomba saldırısını PKK üstlenecek, ardından da TSK 50 bin askerle K. Irak'a girecekti. Basına sızan senaryonun ardından Genelkurmay bir açıklama yaparak Tuğgeneral Tanyeri'nin, bir dizi temasta bulunmak üzere ABD'de olduğu, Hudson Enstitüsü'ndeki toplantıya da bu çerçevede katıldığını duyurdu. Tanyeri daha sonra 'Balyoz' davası kapsamında tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne gönderildi.
4- Terörü destekleme: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2011'in ekim ayında gerçekleştirdiği Makedonya ziyareti dönüşünde uçaktaki gazetecilerle yaptığı sohbette bazı Alman vakıflarının BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya para aktardığını açıklamıştı. Ankara, İstanbul ve İzmir'de de yapılanan bu vakıfların aynı zamanda bir tnik-tank kuruluşu olduklarını hatırlatmamız gerekiyor.
5- Ekonomi batırma: Özellikle 2008'de başlayan ve etkisini hâlâ sürdüren küresel kriz deneyiminden de hareketle global güç odaklarının 'Ekonomik savaş taktikleri' geliştirmeye başladıkları yazılıp çiziliyor. Çünkü ülkeler artık ekonomik atraksiyonlarla krize sokuluyor, teslim alınıyor. Esasında bu taktik çok da yeni değil. John Perkins'in "Bir Ekonomik Tetikçi'nin İtirafları" adıyla yayınlanan anı kitabından bunun bir meslek haline getirildiğini ve özellikle gelişmekte olan ülkelere yönelik sistematik bir biçimde uygulandığını anlıyoruz. John Perknis Türkiye'de çalışmamış. Ancak bu durum, ekonomik tetikçilerin Türkiye'de görev yapmadığı anlamına gelmiyor. Zamanın IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, sorumluluk alanındaki Türkiye'ye verdiği akıllarla ülkemizi 2001'de tarihinin en büyük ekonomik krizine sürüklemişti. Aynı Stanley Fischer'in daha sonra İsrail Merkez Bankası Başkanı olarak bize önerdiklerinin tam tersini yapması, bir görevi yerine getirdiğini gösteriyor.
Bütün bunlar, bizi birilerinin düşündürdüğünü gösteriyor. Elbetteki düşünmeye karşı değiliz. Çünkü daha Descartes yokken, yüzlerce yıl önce inen Kur'an-ı Kerim'de birçok ayette 'Akıl erdiren düşünen bilen insanlar için ibretler vardır' denmekte ve tefekkür anlamını ifâde eden pek çok kelime kullanılmaktaydı Bizim karşı olduğumuz, birilerinin bize GDO'lu, yapay düşünceler empoze etmesi ve davranışlarımızı buna göre düzenlemeye çalışması.
Suriye konusunda yine sap ve saman karıştırılıyor olabilir. Tam da bu sıralarda her şeye bir gazeteci hassasiyeti ile yaklaşmak durumundayız.
Genel kural olarak bir gazeteci, duyduğu konuyu hemen yazmaz, taraftar ve karşıtlarının görüşlerine de başvurarak doğruluğunu teyid eder. Hucurat Suresi 6. ayet-i kerimede de haberin teyidine dikkat çekiliyor. Ömer Nasuhi Bilmen Meali ile 6. ayette şöyle buyuruluyor: "Ey imân etmiş olanlar! Eğer size bir fâsık bir haber ile gelirse hemen onu etraflıca araştırın. Belki, bilmeksizin bir kavme saldırırsınız da sonra yaptığınızın üzerine pişman olmuş olursunuz."
Pişman olmamak için duyduklarımızı güvenilir kaynaklardan teyid edelim, ona göre hareket edelim. Yoksa Bağdat harap olduktan sonra pişmanlık fayda vermez.
HABER
'Haliç Buluşmaları'nda Ortadoğu konuşuldu SON DEVİR 20 Ekim 2012
Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) tarafından bir düşünce paylaşım platformuna dönüştürülen 'Haliç Buluşmaları'nda bu sefer Ortadoğu konusu masaya yatırıldı.
UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay, Filistin meselesi çözüme kavuşmadan Ortadoğu'ya barışın gelemeyeceğini söyledi.
ORDAF Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun ise İsrail'i kabullenen Arapların Filistin Devleti'ni benimseyememelerindeki çelişkiye dikkat çekti. Prof. Kurşun, Ortadoğu'ya istikrarın gelmesinin 2050'leri bulabileceğini kaydetti.
Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) tarafından bir düşünce paylaşım platformuna dönüştürülen 'Haliç Buluşmaları'nda bu sefer Ortadoğu konusu masaya yatırıldı.
"Ortadoğu'da Neler Oluyor, Neden Oluyor ve Yarın Bizi Neler Bekliyor?" temel sorularıyla programı açan UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay, "Filistin meselesi çözülmeden İslam dünyası ile batı arasındaki sıkıntılar bitmez" tespitinde bulundu.
ARAPLAR FİLİSTİN'İ BENİMSEMİYOR
Programın konuk konuşmacısı Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun ise Arapların Filistin meselesine yaklaşımlarındaki çelişkiye dikkat çekti.
Gelinen noktada Arapların İsrail'i benimsediğini belirten Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, "Ama aynı şekilde Filistin devletini benimseyemediler" diye yakındı.
Ortadoğu'nun coğrafi bir bölge olmayıp siyasi bir tanımlama olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, şöyle devam etti: "Osmanlı'nın dağılması bu kavramı çıkarmıştır. Ancak bir yön belirtmez, çünkü coğrafi bir bölge olmayıp, siyasi bir tanımlamadır. Fakat Türkiye bu tanımlamanın, alanın dışında değil."
İLGİYİ KESTİK, İLİŞKİMİZ ZAYIF!
Suriye, Irak, Tunus, Mısır, Libya, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'ın, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına da değinen Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, uzun yıllardır ilginin kesildiği bölge ülkeleri ile çok geç kalınmış ve zayıf bir ilişkinin olduğunu kaydetti.
Sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların siyasetçileri yönlendirmeleri gerektiğini ifade eden Kurşun, sözlerine şöyle devam etti: "Bilgi olmayınca ilişkiler eksik kalıyor. Kardeşlik ve dostluk üzerine geliştirilen siyaset, bilgi üzerine uzmanların yoğunlaştığı bir siyasete dönüşmeli. Türkiye'nin bir ayağı Doğu'da bir ayağı Batı'da olmalı. Uzun zamandır kapalı olan Doğu'daki perdeler açılmaya başladı. Arap ülkeleri ile ticari ilişkilerimizin neden bu kadar zayıf olduğunu da düşünmek zorundayız."
TÜRKİYE RİSK ALMAK ZORUNDA KALABİLİR
Suriye'de Esed'in iktidarda kalmasının Türkiye'nin imajına zarar verdiğini hatırlatan Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, ülkenin itibarını korumak için ciddi anlamda risk almak zorunda kalabileceğini vurguladı.
Zekeriya Kurşun, son zamanlarda Suriye ve diğer ülkelerin sıcak bir çatışma içine çekilmek istendiğini, uluslararası kuruluşların hiçbirinin Suriye meselesine ciddi anlamda sahip çıkmadığını ifade etti. Prof. Kurşun, taşların yerine oturmasının ve bölgeye istikrarın gelmesinin 2050'yi bulabileceğini kaydetti.
HABER
UTESAV'ın değerler sempozyumları iki dilde kitaplaştı
Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) işbirliği ile gerçekleştirilen "Uluslararası Medeniyet ve Değerler Sempozyumu"nun tebliğleri hem Türkçe hem de İngilizce olarak yayınlandı.
UTESAV'ın düzenlediği "Uluslararası Medeniyet ve Değerler Sempozyumu"na katılan konuşmacıların tebliğleri kitaplaştırıldı.
UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay kitapla ilgili olarak şunları ifade etti: "Değerleri odak noktası alan çalışmalarını sürdüren vakfımız daha önce "Ekonomik Kalkınma ve Değerler ile Tüketim ve Değerler" kitaplarını yayınlamıştı.
Şimdi de Medeniyet ve Değerler kitabını daha çok kişinin istifade etmesi için hem Türkçe hem de İngilizce olarak yayınladık.
Daha önceki sempozyumlarda olduğu gibi Medeniyet ve Değerler konusunda da alanında otorite olan akademisyen ve yazarlarla Düşünce Fırtınası toplantıları yaptık ve çerçeveyi çizdik.
Ardından İTO'nun da desteğiyle Medeniyet ve Değerler sempozyumumuzu gerçekleştirdik. Konuyu dünya çapındaki çok kıymetli düşünce adamları ile masaya yatırdık.
Çünkü bugün uluslararası arenada geçerli olacak değerlere ihtiyaç var. Özellikle ahlaki değerlerle ilgili olarak İslam Medeniyetinin ortaya koyduğu güzellikleri gündeme getirmeliyiz. İşte bu kitap, yeni dünyanın nasıl kurulması gerektiğini gündeme alan Medeniyet ve Değerler konulu sempozyumumuzun tebliğlerinden oluşmaktadır.
Vakfımız değerler üzerindeki çalışmalarına devam ediyor. En son 1 Haziranda Teknoloji ve Değerler Sempozyumu'nu da gerçekleştirdik. En kısa zamanda daha önceki çalışmalarımızda olduğu gibi yayın haline getirip kamunun istifadesine sunmak istiyoruz.
DOĞU'NUN LİDERİ OL!.."
Kitapta, "Medeniyet ve Yaratıcı Sentez Arayışı:Evrensel Bir Dr. Jekyll ve Mr. Hyde Arasında" başlığı ile makalesi yayınlan Prof. Dr. Ali A. MAZRUI değerlerle ilgili dikkat çekici açıklamalarda bulunuyor:
"Aç gözlülüğün ahlaki bozukluk değil de fazilet olduğu bir yerde geleneksel değerlerin tersine dönmesi kapitalizmin ilerlemesi için gereklidir. İslami değerlerle olan direkt zıtlığa dikkat ediniz! Kur'an-ı Kerim servet birikiminin insanın problemlerini çözeceği düşüncesini reddeder...
Türkiye'nin doğunun lideri olmaya çalışması gerekir. Çünkü doğuda esas bir lider olmakla Türkiye, sadece Batıyı takip eden bir ülke olmaktan çok daha fazlası olur.
Avrupa Birliği'nde İngiltere'nin önemi Milletler Topluluğu'nun lideri olması hasebiyle arttığı gibi ya da Fransa'nın Avrupa'da Fransızca konuşan ülkeler üzerinde bir etkisi olması sebebiyle önem arz ettiği gibi Türkiye de Müslüman dünyasındaki aydın liderliğiyle Avrupa birliği için değer taşıyabilir...
Medeniyet ve Değerler kitabında, dünya çapında tanınmış, alanında uzman bilim adamlarının makaleleri yer almaktadır.
Kitapta makalelerine yer verilen bilim adamları şöyle: Prof. Dr. Recep ŞENTÜRK (Tertip Heyeti Başkanı) Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR Prof. Dr. Bruce B. LAWRANCE Prof. Dr. Turan KOÇ Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY Prof. Dr. Alparslan AÇIKGENÇ Prof. Dr. Mehmet ASUTAY Prof. Dr. Asad ZAMAN Prof. Dr. Steve YOUNG Prof..Dr. İbrahim ÖZTÜRK Prof. James FRANKEL Dr. Sarah SAYEED Dr. Ahmed YOUNİS
HABER
Ak saçlı kursiyerlerin Osmanlıca sevinci 17 Haziran 2014
Hayrat Vakfı işbirliğiyle UTESAV-MÜSİAD bünyesinde gerçekleştirilen Osmanlıca kursunu bitiren kursiyerler, Osmanlı Arşivlerinin Sadabad’daki göz kamaştıran hizmet binasında yapıldı
UTESAV, MÜSİAD Basım-Yayın ve Medya Sektör Kurulu ve Hayrat Vakfı'nın ortaklaşa düzenlediği Osmanlı Türkçesi Kursu Sertifika Töreni, Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı Konferans Salonunda yapıldı. 14 Haziran Cumartesi günü gerçekleşen program, 2008 yılı Güzel Kur'an Okuma Müsabakası birincisi Hafız Bünyamin Topçuoğlu'nun Kur'ân-ı Kerim tilâvetiyle başladı.
KÜLTÜRDEN MAHRUM BİR NESİL TÜRETİLMİŞ
Hayrat Vakfı Başkan Yardımcısı Ahmet Semiz yaptığı konuşmada Hayrat Vakfı olarak 400 merkezde 4000 öğretmen ile 150 bin kişiye Osmanlı Türkçesi öğrettiklerini belirtti. Semiz, "25 MÜSİAD kahramanı da bu kervanımıza katıldı; işte tüm bunlar yıkılan medeniyetimizin kalelerini yeniden inşa etme şansı veriyor" dedi.
MÜSİAD Basın-Yayın Medya Sektörü Kurulu Başkanı Mehmet Yıldız da konuşmasında, 600 yıllık geçmişimizi öğrenmek için Osmanlı Türkçesini öiğrenmeye mecbur olduğumuzu hatırlattı. Cemil Meriç'in "Nesiller arasındaki köprüler uçurulmuş ve kültürden mahrum bir nesil türetilmiştir" tesbitini hatırlatan Yıldız, "İşte bizler bu kültürden mahrum olmamak için bu kursu düzenledik" dedi.
HİR BİR KURSİYER 10 KİŞİYİ YÖNLENDİRSİN
UTESAV Mütevelli Heyeti Başkanı İsrafil Kuralay ise törenin gerçekleştiği ortamın önemine dikkat çekerek konuşmasına başladı ve "Bu arşiv sadece geçmişe tutulan bir ayna değil, aynı zamanda geleceğimizi aydınlatan bir projektördür" dedi.
Eksikliğini hissettiğimiz en büyük acılardan birinin geçmişle bağlantımız olan kitabeleri ve belgeleri okuyamamak olduğunu belirten Kuralay "Bin yıllık dönem bu alfabe ile kayıt altına alıntı. Yakın dönemde olan olayları anlamak için bu harfleri öğrenmemiz Selçuklu ve Osmanlıyı daha yakından tanımamız gerekmektedir" dedi. Bu kurs programının ardından hemen yazma kursuna da başladıklarını belirten Kuralay, her bir kursiyer için bu kursun bedelinin 10 kişiyi Osmanlıca öğrenmeye yönlendirmek olduğunu belirtti.
25 MÜSİAD ÜYESİ SERTİFİKASINI ALDI
Ev sahibi olarak törende bir konuşma yapan Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak "Bir devletin milli arşivi olmak zorundadır. Hatta kurumların bile arşivleri olmalıdır. Çünkü arşivler bir kurumun, devletin hafızası hükmündedir" dedi. Cumhuriyet tarihinde bu arşivlere önem veren iki isim bulunduğunu belirten Budak, bu isimlerin Turgut Özal ile Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi.
Konuşmaların ardından, Osmanlı Arşivi Daire Başkanı Önder Bayır, Osmanlı arşivinden çarpıcı örnekler içeren ve Sadabad'daki Arşiv kompleksini tanıtan bir sunum gerçekleştirdi. Sunumun ardından, "Osmanlı Türkçesi Kursu" sertifika törenine geçildi. Kursu tamamlamış olan 25 MÜSİAD üyesi sertifikalarını aldıktan sonra kurs hocası Av. Cengiz Tekin ve programda emeği geçenlere ödül takdimi yapıldı. Çekilen toplu fotoğrafın ardından Osmanlı Arşivi Müzesi gezisiyle program son buldu.
HABER
İsrafil Kuralay: Kültür sanat, ekonomi ile beraber gelişmeli 24 Ekim 2014
ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde iş dünyası ile kültür sanat münasebetlerini anlatan İsrafil Kuralay, “Ekonomik büyümeyle kültür sanatın gelişimi doğru orantılı değil. Bu dengenin yakalanması gerekiyor.” dedi.
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) her Perşembe Timaş Kitapkahve’de düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nin bu haftaki konuşmacısı iş dünyasındaki aktif tutumu ile tanınan ve kültür sanat dünyamıza önemli katkılar sağlamış İsrafil Kuralay’dı. İnteraktif bir ortamda geçen ülkemizin güncel bir meselesi olan “İş Dünyası ve Kültür Sanat” başlıklı sohbeti, iş adamının yakın dostu gazeteci yazar Fahri Sarrafoğlu takdim etti. Kuralay’ın kendi kültür ve sanatı ile barışık olabilen girişimcilerimizin bu alana önemli katkı sağlayacağı vurgusunu yaptığı ve dinleyicilerin büyük bir dikkatle takip ettiği toplantıda adeta beyin fırtınası esti.
KÜLTÜR SANAT EMEKÇİSİ Takdimi gerçekleştiren Fahri Sarrafoğlu, İsrafil Kuralay hakkındaki özgeçmiş bilgilerini aktararak Kuralay’ın bilhassa İstanbul bölgesinde kültür sanat organizasyonlarında bizzat yer aldığını belirtti. İsrafil Kuralay’ın başta İstanbul 2010 Kültür Başkenti çalışmaları esnasında üst düzey yöneticilik görevi aldığının da altını çizen Sarrafoğlu, MÜSİAD ve ÜTESAV Vakfı’ndaki aktif çalışmalarını sürdürdüğünü kaydetti. İş dünyası ve kültür sanat ilişkilerinin ülkemiz bazında son derece önemli olduğunu kaydeden Sarrafoğlu, kültür hayatımıza olan hatırı sayılır ve unutulmaz katkılarından ötürü Kuralay’a ve ailesine teşekkürlerini sundu ve sohbeti zenginleştiren sorular yöneltti.
İŞ DÜNYASI SANATA SOĞUK BAKIYOR Kültür sanat ve iş dünyası söyleminin günlük hayatla kıyaslandığında ironi taşıdığını anlatan İsrafil Kuralay, kültür sanatın hem bir iş alanı hem de iş adamlarımız için bir tüketim alanı olduğunu kaydetti. İş adamlarının ne kadar kültür sanat içinde olduğu sorusunun değişkenli cevapları olduğunu ifade eden Kuralay, kültür sanatın ifadelendirilmesi ve kıymetlendirilmesinde zorlanıldığını belirtti. İş perspektifinden ve ticari yönden kültür sanat meselesini algılamanın da yadırganmaması gerektiğini söyleyen İsrafil Kuralay sözlerini şöyle sürdürdü: “Kültür sanatın ekonomik boyutu iş dünyasında yeni bir alanı tanımlıyor. Böyle düşünmenin negatif algılanıyor, ancak kültür sanat ekonomisi diye bir kavram oluştuğu gerçeğini yadsıyamayız. Kitap, sinema, televizyon, gazete, reklam kültür ekonomisinin önemli parçalarıdır. Ama bunu iş dünyası kabullenmekte zorlanıyor. Bir iddianın peşinde olan, İslâm’ı yaşayan insanlarız. Bu durumda Peygamber Efendimizin ilimle ilgili tavsiyelerini de uygulamamız gerekir. Batı’daki gelişmeleri red etmek son derece yanlış bir tutum. Kültür sanat iş adamlarınca içinde bulunulması gereken, ekonomik olarak destek olunması, sponsor olunması gereken bir alandır.”
KÜLTÜRÜMÜZÜ YENİDEN KEŞFETMEK Tarihî serüvenimize bakıldığında kendi öz kültürümüzü yaşarken kapitalizmin getirdiği yeni kültür algısını yaşamak gibi iki farklı kültürün hayatımızın içinde olduğunu vurgulayan İsrafil Kuralay, “Kurallarını ve tercihi kendimizin belirlediğimiz bir kültür alanımız vardı. Bu alanı kaybedince bir boşluk oluştu ve yeni nesil bu inisiyatiften habersiz kaldı. İslam ve geleneksel sanatlarımızı tam anlamıyla tanıyamadık. İnsanlarımız Batılı hayatları tercih edince kültür sanat da Batılı kodlarla geldi.” dedi. Batılı sanatların yükselen değer olarak algılanmasıyla birlikte iş dünyasından destek görebildiğini anlatan İsrafil Kuralay, bu durumda kendi sanatlarımızın ötekileştirildiğini hatta bir dönem yasakladığını söyleyerek 1950’lerden sonra yeni bir dünyayı, yabancılaştığımız kültürü keşfeder hale geldiğimizi bunun olumlu bir gelişme olduğunu kaydetti. Kültür sanatın ekonomik değer olabilmesi için kişi başına düşen millî gelirin yirmi bin dolar civarında olması gerektiğine dair şahsî düşüncesini dinleyicilerle paylaşan Kuralay, dünya geneline bakıldığında böyle bir sonuç çıktığını ifade ederek şunları söyledi:
KOMPLEKSLİYİZ “Devletler zannedildiğinin aksine kısa zamanda büyük işler yapabilir. Birlikte uğraştığımızda büyük hamleler kaydedebiliriz. Bilinçli olmadıkça kültür sanata ilgi gösteren bir toplum olabilmek için maddi yeterlilik de bir anlam taşımaz. Eğitimle kültür sanat tüketimi doğru orantılıdır. Biz Batı’nın kültürünü yaşamak iddiasında olduğumuz için kendimizle çelişiyoruz. Çayı bardaktan değil de fincandan içmek misalinden gidersek, burada kompleks taşıdığımız anlaşılır. Türk ve Müslüman olmak derdindeyken, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı gizlemeye meylediyoruz. Yurt dışında bilhassa Türklerin yoğun olduğu Almanya’da bir iki tane kitabevi olması da bunun bir göstergesi. Batı kültürüne daha çok sahip çıkıyor. Öz kültürlerinin üzerine yeniyi bina ederek geliştiriyorlar. Biz büyük bir kopuş yaşadığımız için halen kimlik arayışındayız. Batılı değerlerle çatışmaktan da kendimizi alamıyoruz. Ancak son zamanlarda yerel yönetimler kültümüze ve sanatımıza sahip çıkmaya başladı. MÜSİAD’da iş adamlarının sahip çıkmasına dair birçok örnek var. Ancak ekonomik büyümeyle kültür sanatın gelişimi doğru orantılı değil. Ekonomi son derece hızlı büyürken, hatta bu büyümede başı çekerken kültür sanatın o oranda gelişememesi olumlu değil. Hâlâ sinema tiyatro edebiyat gibi alanların destekçisi çok az.”
HER GELİRDEN İNSAN İÇİN SANAT Sanatın ekonomi ile ilişkisi olmasa da iş adamları tarafından desteklenmesi gerektiğini vurgulayan İsrafil Kuralay, bir sanatkârın kendi ürününü pazarlama konusunda herhangi bir uzmanlığı bulunmadığını, pazarlama işinin girişimcilerimiz tarafından üstlenilmesi gerektiğini belirtti. Ekonomik zenginliğe rağmen sanatçılarımızın gelir problemi yaşamasının son derece acı olduğunu söyleyen Kuralay, bu konuda girişimcilerimize büyük görev düştüğünü kaydetti. ESKADER Kurucu Başkanı edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım, yalnızca gelir seviyesi yüksek insanların sanatla iştigali olmasının yanlış bir kanaat olduğunu belirterek maddi imkânları düşük insanların da sanata teşvik edilmesinin kültürel bir zenginlik oluşturacağının altını çizdi. Sivil toplum kuruluşlarının her kesimden insan arasında sanatı yaygınlaştırmakta başarılı olduğunu ifade eden Yardım, bu kurumların desteklenmesi gerektiğini ifade etti. Program sonunda Ahmet Yüter’in okuduğu aşrı şerifin ve İsrafil Kuralay’a özel kaleme aldığı manzum duayı okumasının ardından hâtıra fotoğrafları çekildi.
HABER
Türkiye’nin en çok belgesel çeken yapımcısı SOYHAN ALPASLAN İstanbul Ticaret Gazetesi 21 Şubat 2016
İsrafil Kuralay, 7 kıtada Türklerle ilgili belgeseller çeken dünyanın tanıdığı bir yapımcı. Türk izlerini araştırdığı seri belgesellerle dünya çapında adından söz ettiren Kuralay, Türkiye’nin ilk ve tek online video, fotoğraf bankasını kurdu.
İsrafil Kuralay, televizyonculuğun okulu TRT’de kameraman asistanlığı, kameramanlık, görüntü yönetmenliği yapar. Dönemin en popüler televizyonu TGRT’de yapımcı-yönetmen olarak hazırladığı program ve canlı yayınlarla Türkiye’nin yakından tanıdığı bir isim olur.
GÜNDEMİ BELİRLEDİK
Kuralay, TGRT’de gündem belirleyen programlar yapar. Dünyada ses getiren ve formatı ihraç edilen Huzura Doğru programının yapımcılığını ve yönetmenliğini yürütür. Prof. Mim Kemal Öke ile 3 yıl Milletin Meclisi isimli canlı programın yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenir. Şehir ve İnsan, Kadın Gözüyle, Yüz Yüze isimlerinde popüler programların yapımcılığını gerçekleştirir.
Kuralay, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu’nda 13 yıl, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde 2 yıl medya iletişim dersleri verir.
SERİ BELGESELLER
Kuralay, TGRT’den istifa eden arkadaşlarıyla 20 yıl önce Yedirenk Yapım Organizasyon Reklam ve Basın Yayın firmasını kurar.
Dünyanın dört bir yanındaki Türk izlerini keşfe çıkan Kuralay, Uzak Asya’daki Türk İzleri, Güney Amerika’daki Türk İzleri-El Turco, Almanya’da Türk İzleri isimli seri belgesellerle uluslararası alanda adından söz ettirir.
Antarktika hariç dünyada gitmediği, çekim yapmadığı kıta kalmayan Kuralay’ın firması, Türkiye’de en çok belgesel yapan firma olarak tanınıyor. İsrafil Kuralay, firmasının Beşiktaş’taki merkezinde İstanbul Ticaret’in sorularını cevapladı.
AİLEM TIP İSTEDİ
İsrafil Kuralay kimdir?
1965’te Erzurum’un ilçesi Tortum’da doğdum. İki erkek, bir kız üç kardeşin ortancasıyım. İlk-orta-lise eğitimimi Erzurum’da tamamladım.
Ailem tıp, mühendislik gibi fen bilimlerinde meslek sahibi olmamı istiyordu. Ben ise sosyal bilimleri istiyordum. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım. Eski adı Basın Yayın Yüksek Okulu idi. Arkadaşlarımın önerisi ile sinema ve televizyon bölümünü seçtim. Eğitimi çok iyiydi. 1986’da başarıyla bitirdim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptım.
TRT SINAVINI GEÇTİM
Üniversite sonrası hayatınız nasıl şekillendi?
TRT’ye girmek çok zordu, sınavları da zordu. İlk sınavı geçen 3 aylık kurs hakkı kazanıyor ve yine sınava giriyordu. Yapımcılık ve kamera asistanlığı sınavlarını kazandım. Kamera asistanlığı sınav sonuçları ilk açıklandığı için onu seçtim.
GİZEMLİ BİR İŞTİ
30 yıl önce kamera asistanlığı nasıl bir işti?
Çok gizemli bir işti kamera asistanlığı, kameramanlık. Daha doğrusu kamera sihirli kutu, bu işi yapanlar da gizemli adamlardı. TRT 1 ve TRT 2’den başka televizyon kanalı yoktu. Kamera asistanı görüntü yönetmeninin yardımcısıdır. Ben de kamerayı, 12 kiloluk demir sehpaları sırtımda taşırdım. Kablolar, teypler, sehpalar sırtımda yönetmenin arkasından dağ taş dolaşırdım. Hamallık gibi bir şeydi kamera asistanlığı. Ama çok keyifli işti. Birçok belgeselde kamera asistanlığı, kameramanlık yaptım. Bu arada görüntü yönetmenliği yapmaya da başlamıştım.
DRAMALAR YÖNETTİM
Görüntü yönetmenliğine nasıl geçtiniz?
Projeler geliyordu. Mustafa Kutlu’nun Pazartesi Hikâyeleri vardı. Laf’ı Güzaf isimli çok iyi bir drama belgeselinin görüntü yönetmeniydim. Atilla İlhan’ın şiirlerinden dramalar yapıyorduk. Bu arada Magic Box Star TV’ye görüntü yönetmeni olarak geçtim. 1989’da evlendim. Kızımız Elif Nur, oğlumuz Yusuf Ziya doğdu. Eşim, yoğun çalışma tempomda bana büyük destek verdi. Kızım elektronik mühendisliğini bitiriyor, oğlum da tarih okuyor.
1992’de TGRT’de yapımcı ve yönetmen olarak çalışmaya başladım.
STÜDYODA 30 SAAT
TGRT’de dönemin en popüler programlarının yapımcısı, yönetmeni oldum. 24 saat yayın yapıyorduk. Bazen stüdyodan 30 saat çıkamazdım. Pazar günleri de çalışırdım. İşimi, bir nimet, emanet olarak gördüğüm için en iyi nasıl yapabilirim düşüncesi ile yaptım hep. 1996’da bir grup arkadaş TGRT’den istifa ettik ve şimdiki firmamız Yedirenk’i kurduk. Kemal Çiftçi, Bilal Arıoğlu ve ben, 20 yıldır omuz omuza çalışmaya devam ediyoruz.
BELGESEL ALAN YOKTU
20 yıl önce ne iş yapıyordunuz?
Beşiktaş’ta küçük bir ofisimiz vardı. Kâinatın Dilinden, Bilim Magazin gibi TGRT’ye verdiğimiz belgeseller çektik. Belgesel yapıyorduk ama piyasası pek yoktu. Böylece katalog, broşür, sektörel dergi gibi masaüstü yayıncılık işleri ile reklam ve organizasyon yapmaya başladık. Önce Gayrettepe’ye, sonra Etiler’e taşındık. TRT’ye ve Katar merkezli Al Jazeera (El Cezire) televizyonuna belgeseller yapmaya başladık. Şu anda yerli, yabancı televizyonlara belgeseller, televizyon programları ve tanıtım filmleri yapıyoruz.
TARİHİ BELGESELLER...
Ses getiren belgeseller çektiniz…
TRT’ye çok sayıda tarihi belgesel yaptık. Almanya’da Türk İzleri bunlardan biri. 1683’te Viyana savaşından sonra esir düşen askerlerin torunlarını bulduk, röportajlar yaptık. Tarihi belgelerle, üniversitelerde tarih hocalarıyla, antropologlarla, gazetecilerle çalışıyoruz. 1960 sonrası giden işçilerimizi anlatan ‘Almanya’da Türkler’ belgeselini hazırladık. Yaptığımız çalışmalarda akademik bilgiyi çok önemsediğimiz için işinin ehli hocalarla çalışıyoruz. 26 bölüm Tarih Dergisi programı yaptık.
EL-TURCO BİR İLK
TRT Türk’e 13 bölümlük dünyanın merakla izlediği ve alanında bir ilk olan ‘El-Turco’ belgeselini hazırladık. Güney Amerika’daki Türk izlerini takip ettik. Katar merkezli dünyaya yayın yapan TV kanalı Al Jazeera’ya (El Cezire) Orta Asya’daki Türk İzleri, Uzak Asya’daki Türk İzleri, Anadolu Düğünleri gibi 15 seri belgesel çektik. ‘Moğolistan’da Türk İzleri’ belgeseli için Altay Dağları’nda Kaya Yazıtları’nı, Orhun Abideleri’ni ve Bilge Vezir Tonyukuk Abideleri’ni belgeledik.
Topkapı’da da bir stüdyomuz var. Haftanın beş günü TRT’de Arapça Kanalı’na bir canlı yayınımız var. Londra ve Filistin’den canlı yayın yapıyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 20 ilin tanıtım filmini çektik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, MÜSİAD, Düzce Üniversitesi ve Halk Bankası gibi onlarca kurumla çalıştık.
Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti Projesi kapsamında Türk Bilim İnsanları belgeselini hazırlıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy ile ilgili 39 bölümlük bir drama çekmeyi planlıyoruz.
ANAHTAR TESLİM BELGESEL YAPIMI
Şu anda sektörde anahtar teslim belgesel yapan birkaç şirketten biriyiz. Belgeselin konusunu belirliyor, metnini yazıyor, çekimini, seslendirmesini, montajını, grafiğini, animasyonunu, hangi dilde yayınlanacaksa o dilde tercümesini ve en son kasetini yapıyoruz. Piyasada bu iş sıralamasını ayrı ayrı şirketler yapar. A’dan Z’ye kendi ekibimizle, imkânlarımızla işin tümünü biz çıkarırız. 40 kişilik bir ekibimiz var.
TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK ‘ONLİNE VİDEO BANKASI’
Dünyadan ve Türkiye’den tematik görüntülerin bulunduğu Yedimage Görüntü Bilgi Bankası’nda 130 bin ürünümüz bulunuyor. Türkiye’nin ilk ve tek online video fotoğraf görüntü bilgi bankasından hem Türkiye’ye hem de dünyaya görüntü servis ediyoruz.
İŞİMDEN ÇOK STK’LARDAYIM
MÜSİAD’da yönetim kurulu üyeliği, Basın Komisyonu başkanlığı ve genel başkan yardımcılığı yaptım. UTESAV’ın mütevelli heyeti başkanıyım. İTO’da yönetim kurulu üyeliği yaptım; iki dönemdir meclis üyesiyim. TOBB Basın Yayın Komisyonu başkanıyım. Birleşik Sanatçılar Derneği’nin, ÖNDER’in başkan yardımcılığını yaptım. İGİAD Yüksek İstişare Kurulu’ndayım. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi ve sürekli sarı basın kartı sahibiyim.
GÖRÜŞ
Ben Paris'teyken -2 İsrafil Kuralay Diriliş Postası 17 Şubat 2017
Turistik mekânlarda ilginizi devamlı kılmak için küçük detaylar işe yarar. Bir yerli için bulunduğu noktanın çok önemi yoktur. Ancak bir yabancı ayak bastığı yerin geldiği ülke ile ilgisini hep merak eder. Çok uzaklarda kendi yaşadığı yere ait bir işaret mutluluk sebebidir. Kulenin tepesinde büyük bir kalabalık yukarıdaki tabelayı işaret ederek yorumlar yapıyor. Eyfel Kulesi'nde dünyanın önemli şehirlerine uzaklığı gösteren tabela başında dünyanın birçok ülkesinden gelmiş insanlar kayıp arar gibi kendi şehirlerini arıyorlar. Bulduklarında yüzlerinde büyük bir mutluluk beliriyor ve fotoğraf çekmek için yarışıyorlar.
Biz de İstanbul, Ankara var mı diye bakınıyoruz. Eyfel'in İstanbul'a 2.263 km uzakta olduğunu yazan nokta bizi de sevindiriyor. 360 dereceyle Paris’i havadan temaşa etmenin sevinciyle kuleden ayrılıyoruz. Yeni gelenler adeta artık gidin sıra bizde diyorlar. İnişte birinci katta kulenin yapılış dönemine ait daimî fotoğraf sergisinde kulenin yapım aşamalarını gösteren fotoğraflar var. Kuleyi yapan ekibin de çok sayıda fotoğrafı bu sergide yer alıyor. Böyle bir anıt eser yaparken bir taraftan da yapım aşamalarını belgelemek çok güzel bir düşünce.
Paris'i havadan görmenin yeri Eyfel, sudan görmenin yolu Sen Nehri; karadan görmenin yolu ise Sacre Coeur'e çıkmaktan geçiyor. Sen Nehri'nde yapacağınız tekne turuyla Paris'e dair yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Nehir turunda başta Eyfel Kulesi olmak üzere Notre Dame Katedrali gibi önemli yapıların önünden geçiyoruz. Nehir çok sayıda köprüyle iki yakayı birbirine bağlıyor. Birinin üstündeki kilitler dikkatimi çekiyor. Bu kilitler nişanlanan ya da evlenen çiftler tarafından köprüye asılıyormuş. Kilidi kilitledikten sonra anahtarını Sen Nehri’ne atıyorlarmış. Kilit hep kapalı kaldığı için hayat boyu ayrılmamayı temsil ediyormuş.
Nehrin koruma duvarlarında çok sayıda yeşil renge boyanmış demir kafes veya sandık tarzında sahaflar var. Bu sahafların Paris'in yerli ahalisi tarafından işletildiğini ve satış yerlerinin tapulu mülk olduğunu öğreniyoruz. İşletmeci aileler dışında kimseye satılamıyormuş.
Notre Dame Katedrali işadamları tarafından Gotik tarzda yapılmış bir eser. Paris yenilenirken yıkılmak istenmiş, ancak ünlü yazar Victor Hugo Notre Dame'ın Kamburu kitabını yazarak yıkıma engel olmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuş. Notre Dame Katedrali Sen Nehri’nin kolları arasında oluşan Cite adasında bulunuyor. Katedral dış ve iç süslemeleriyle görülmeye değer bir eser.
LOUVRE MÜZESİ
Benim en çok sevdiğim mekânların başında Louvre Sarayı geliyor. Tarihin derinliklerinde yolculuk yapmak istiyorsanız mutlaka Louvre Sarayı’nı görmelisiniz. En zengin koleksiyonların bizim yaşadığımız coğrafyadan gittiğine şahit olacaksınız. Anadolu'dan, İran'dan, Mısır'dan, Suriye'den yüzlerce eser bu müzeye getirilmiş veya kaçılmış. Telif haklarına önem verdiklerini söyleyen Batılılar bu durumu nasıl hukuka uyduruyorlar, bilemiyorum.
Müzeyi tam hakkını vererek gezmek istiyorsanız birkaç gününüzü ayırmanız lâzım. Farklı zamanlarda farklı bölümlerini dolaşma imkânı oldu. Gene de her bölümünü göremedim. Bu defa yeni açılan İslâm Sanatları bölümünden başlıyoruz. Bu bölüm 2012 yılında açılmış. Sergide İslâm dünyasının her yerinden çok kıymetli eserler var.
MONA LISA
Louvre Müzesine gelenler Leonardo da Vinci’nin dünyada en meşhur eseri Mona Lisa'yı görmek istiyorlar. O yüzden küçük tablonun önünde büyük kalabalıklar var. Herkes fotoğraf çekmek ve çektirmek peşinde. Yaklaşmanın zor olduğunu anlayınca uzaktan birkaç poz da ben çekiyorum. Bir taraftan da düşünüyorum: Bu küçük tablonun gerçekten özelliği nedir? Sanat tarihçileri için mutlaka önemli boyutları vardır. Ancak benim gibi turistler için cezbeden yönü ne? Yoksa sadece ben de gördüm demek mi? Kafam karışıyor... Gençlik yıllarımızda ağzımızdan düşürmediğimiz Sezai Karakoç’un Mona Roza şiiri aklıma geliyor. Mona Roza siyah güller ak güller... Aynı bölümde devasa büyüklükte tablolar da var.
AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ İSTANBUL VE PARİS
Fransa, 1 Temmuz 2009-31 Mart 2010 arasındaki tarihleri Fransa'da "Türkiye Mevsimi" ilan etti. Bu tarihler arasında kültür sanat alanında 400 proje sergilenmesi planlandı. Aynı dönem İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olduğu zamana denk geldi. İstanbul Ticaret Odası Başkanvekili Şekib Avdagiç'in yürütme kurulu başkanı olduğu kurulda ben de danışma kurulundan seçilerek yürütme kurulu üyesi oldum. Fransa'da Türk Mevsimi İstanbul'un tanıtımı için de büyük bir fırsattı. Biz de bunu değerlendirmek üzere Sakıp Sabancı Müzesi'yle beraber Grand Palais'de Bizans'tan İstanbul'a-İki Kıtanın Limanı adlı sergiyi Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün başkanlığında kalabalık bir heyetle açtık. Sergi açılışına Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de katıldı. Sarkozy'nin sergiye sakız çiğneyerek gelmesi beni çok şaşırmıştı. Nitekim bu davranışı Türkiye'de de gündem oldu. Sergiye dünyanın birçok müzesinden toplanan 500 kadar nadir eserle katıldık. Uzun süre açık kalan sergi 250 bin dolayında Fransız tarafından ziyaret edildi.
9 Ekim 2009'da açılan serginin akşamı Eyfel Kulesi'ni bayrağımızın renkleriyle donattık. Eyfel'in kırmızı beyaz olduğu an çok garip, güzel duygular yaşadım. Ertesi gün Kültür Başkenti projesinden sorumlu bakanımız Hayati Yazıcı ve çok sayıda basın mensubuyla Paris'i gezme fırsatı bulduk. Öğle yemeğini Pompidou Kültür Sanat Merkezi'nin üst katında bulunan ve Paris'i tepeden gören lokantada yedik. Kütüphane olarak kullanılan merkez postmodern tarzda demir kolonlarla yapılmış garip bir bina. Her tarafı metallerle kaplı binayı heyetteki arkadaşlar çok sevdi ancak benim hiç hoşuma gitmedi.
ŞAİR ŞEYHMUS TAĞTEKİN
Uzan yıllardır Paris'te yaşayan arkadaşım şair yazar Şeyhmus Dağtekin'le Sacre Coeur'e buluşmak üzere sözleşiyoruz. Şeyhmus'la Ankara Üniversitesi'nde beraber okuduk. Okulda da şiirler yazan ve yazdıklarını zaman zaman bana okuyan entelektüel bir arkadaştı. Okul bitince Paris'e sinema eğitimi almaya gitti. Yanılmıyorsam 20 sene Türkiye'ye gelmedi. 10'a yakın Fransızca şiir kitabı, bir de romanı var. Fransız dilinin büyük şairi ödülüne sahip. Romanı Türkçe dahil başka dillere çevrildi. Şiirleri henüz çevrilmedi. Yayıncılara duyurulur.
Şeyhmus'la Sacre Coeur'da buluştuk. Tepede bulunan kiliseyi gezdikten sonra merdivenlerden Paris'in fotoğraflarını çektik. Kilisenin arkasında sokak ressamları tezgâhlarını açmış müşteri bekliyorlar. Burada çok sayıda ressam var. Ressamların bulunduğu meydanı gören bir kafede oturduk. Uzun yıllar görüşmediğimiz arkadaşımla söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Yanımda İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Develioğlu var. Şeyhmus'la okul günlerini yad ettik, yurt ve dünya sorunları üzerine konuştuk. Şeyhmus’un ülkemize dair düşüncelerinde kafa karışıklıkları var. Biz de kendisine memleketi bir ziyaret et, eski Türkiye’den eser yok, her şey çok değişti dedik. Daha sonra Şeyhmus’la İstanbul’da görüşmelerimiz oldu. İlk konuşmalarımızdan çok farklı bir noktaya geldiğini gördüm. Bu bana şunu hatırlattı: Yurtdışına çok sayıda insanımız gidiyor ve uzun yıllar ülkemize gelmeyince bakış açıları değişiyor. O yüzden nereye giderseniz gidin memlekete sıla-ı rahim yapmayı unutmayın!
Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın yaşadığı, uğradığı mekanları merak ediyorum ama olumlu sonuç alamıyorum.
LÜKSEMBURG BAHÇELERİ VE ZAFER TAKI
Paris'in ortasında park ve bahçelerle süslü Lüksemburg Sarayı ve etrafı görülmeye değer. Çok geniş bir alana yayılmış havuzlu bahçeler heykellerle ve çiçeklerle bezenmiş. Burası Paris'e yakışır bir şekilde süslenmiş, tasarlanmış. Çok sayıda turist ve Parisli de bahçelerde dolaşıyor ve sohbet ediyorlar.
Akşam yemeğini Zafer Takı'nın arka tarafında yedikten sonra Concort Meydan'ına yakın otelimize yürümeyi öneriyorum. Zafer Takı Paris’in merkezinde yüzük taşı gibi bir konuma sahip. Adeta bütün yollar Tak’a çıkıyor. Arkadaşlar teklifime itiraz ediyorlar: "Mesafe epeyce; taksiye binelim. Şurada üç lokma bir şey yedik; sen bizi yoracaksın. Sonra gece vakti yürümeyelim." Benim ısrarım karşısında yürümeyi tercih ediyoruz. Sohbet ederek keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Yol üzerinde Türk Kültür Merkezi bulunuyor. Merkezin duvarında bir ekranla Türkiye’nin tanıtımı yapılıyor.
Paris'te tarihî anlamda görülecek daha çok mekân var; hepsini görmek uzun vakitler alır. Siz program yaparken kendi ilgi dünyanıza göre tercih yaparsanız rahat edersiniz. Açık havada Şanzelize'de yürümek, çevredeki tarihî dokuyu izlemek açısından faydalı olur. Tabii, yorulduğunuzda cadde üzerinde bulunan kahvelerin birinde bir yorgunluk kahvesi içmek dinlendirir insanı. Zafer Takı’ndan aşağı doğru yürümek daha rahat. Grand Palais, Elize Sarayı’nı geçtikten sonra Concorde Meydanı’na varacaksınız. Şanzelize’nin geniş kaldırımları, ağaçlandırılmış yan yolları, yoğun araç trafiği uğultulu ve bir dünya oluşturuyor.
Tarihi şehirleri daha iyi tanımanın yolu gündüz gördüğünüz yerleri akşam da görmekten geçiyor. İyi aydınlatılmış tarihi mekanlar size mistik duygular verecektir.
YORUM
Mehmet Niyazi Bey İsrafil Kuralay erdemlihayat.com 17 Mayıs 2018
1990'ların başı bir akşam vakti Sinan Paşa Medresesi'nde hararetli tartışmalar oluyor. Her mesele farklı bir bakış açısıyla ele alınıyor. Sigara dumanları altında yoğun çay trafiği yaşanıyor. Küçük kümeler halinde bir başka dünyanın adamları gündeme dair ne varsa tarih ve medeniyet perspektifinde konuşuyorlar. Burası aynı zamanda İLESAM'ın (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) merkezi. Medresesinin revaklı bölümü fikir kulübü gibi çalışıyor. Revakların köşe bölümünde daha farklı bir tartışma var. Can kulağıyla dinliyorum ancak bazı konuları anlamakta zorlanıyorum. Daha önce defalarca konuşulmuş konulara sadece atıf yapılıp geçiliyor. Uzun zaman sonra ortama ayak uydurabildim.
Yanlış hatırlamıyorsam o bölümde Mehmet Niyazi Özdemir, Nusret Özcan, Yusuf Özarslan, Kemal Çiftçi, Mustafa Nadir Önay, Bilal Arıoğlu, Ebubekir Kurban bulunuyordu. Yoğun yüksek sesli tartışmaları dikkatle dinleyen Mehmet Niyazi Ağabey sakin üslubuyla konuya açıklık getiriyordu. Hararetli tartışmaların ortasında elinde naylon bir poşetle Hilmi Oflaz Ağabey belirdi. Konulara o kadar muttali ki tartışmaya hemen dalıverdi. Sonunda herkes Hilmi Ağabeyi dinlemekle yetindi. Bütün konuşulanlar Mehmet Niyazi Ağabey tarafından bir sonuca bağlandı. Hilmi Oflaz Ağabey elindeki poşeti açarak getirdiği yiyeceklerden ikramda bulundu. Böylece Hilmi Ağabey'in sofrasına da konuk olmak nasip oldu.
Bu ve benzeri sohbetlere daha sonraki yıllar Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi'nin bulunduğu Kızlarağası Medresesi'nde devam edildi. Mehmet Niyazi Ağabey özellikle gençleri can kulağıyla dinler onları tatlı bir üslupla tarih ve medeniyetimizin örnek şahsiyetlerinde ibret tablolarıyla yönlendirirdi. İnce tarihi espriler toplantıyı şenlendirirdi. Defalarca katıldığım bu tartışmalı sohbet toplantılarından çok büyük istifade ettim. Farklı görüşlerde çok insan tanıdım. Bir dönem de yazar, araştırmacı Mahmut Çetin bu sohbetleri organize etti diye hatırlıyorum.
Mehmet Niyazi Bey mesaisini Beyazıt Kütüphanesi'nde araştırma yaparak geçirirdi. Daha sonraki yıllar Bağlarbaşı'ndaki İSAM'da (İslam Araştırmalar Merkezi) okumalarını sürdürdü. Kitaplarının çoğunu bu kütüphanelerde yazdı. Hukuk tahsili görmüş, felsefe üzerine çalışmalar yapmış, Almanya'da doktorasını tamamlayarak uzun süre hocalık yapmış, tarihi meseleleri romanlaştırarak gelecek nesillere aktarma mesuliyetini kendinde görmüş bir bilge insandı.
Mehmet Niyazi Bey'in kitapları kendisinin de kurucuları arasında bulunduğu Ötüken Neşriyat'tan çıkmıştır. Çok sayıda tarihi romana imza atmıştır. Çanakkale Mahşeri, Dâhiler ve Deliler, Yazılmamış Destanlar, Medeniyet Ülkesini Arıyor, Plevne, Ölüm Daha Güzeldi, Yemen! Ah Yemen gibi çok sayıda kitabıyla tarihi günümüze roman diliyle taşımıştır. Çanakkale Mahşeri'ni 8 yılda bizzat Çanakkale'ye gidip savaşın yaşandığı yerleri görerek yazdığını kendisinden dinlemiştim. Kurduğumuz Yedirenk Gezi Kulübü'nün bir programı Çanakkale'ye olmuştu. O gezide bize Mehmet Niyazi Ağabey rehberlik etti. Cepheleri anlatırken nasıl duygulu ve içten konuştuğunu hâlâ hatırlıyorum.
Dâhiler ve Deliler kitabının konusu olan Marmara Kıraathanesi'nin Belgeseli'ni yaparken bize danışmanlık yapmıştı. Marmara Kıraathanesi'nin nasıl bir fikir iklimine sahip olduğunu, bir neslin bilge insanlarının nasıl ve hangi şartlarda yetiştiğinin özet idi bu çalışma. Belki de İLESAM'da ve Yazarlar Birliği'nde bu geleneği sürdürmek istiyordu. Bu sohbetlere her yaştan her konumda insanlar gelirdi ve gelene kim olduğu sorulmazdı. Ben uzun zamandır sosyal işlerim nedeniyle bu mekânlara fazla gidemez oldum. Bilmiyorum Yazarlar Birliği'nde bu gelenek devam ediyor mu? Etmiyorsa Mehmet Niyazi Bey sohbetleri başlatmak bir kadirşinaslık olmaz mı? Mehmet Niyazi Ağabey'e Allah'tan rahmet diliyorum. Amel defterini açık bırakacak eserler vererek göç etti bu fani dünyadan. Mekânı cennet olsun inşallah.