1944 yılında Mersin’in Anamur ilçesinde doğdu. 60’lı yıllarda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Dev-Genç hareketine katıldı.
Kızıldere öncesinde Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla birlikte THKP-C saflarında mücadele etti. Dev-Genç ve THKP-C davalarından yargılandı, ceza aldı. 1974 affıyla birlikte tahliye edildi.
70’li yıllarda önce Devrimci Gençlik, ardından Devrimci Yol hareketinin kurulmasında öncelikli rol oynadı.
12 Eylül 1980’den sonra açılan Devrimci Yol ana davasında 1 numaralı sanık olarak yargılandı. 11 yıllık hapis cezası ardından 1991 yılında tahliye oldu.
Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat Vakfı, Özgürlük ve Dayanışma Partisi ve BirGün gazetesinin kuruluşunda yer aldı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Bitmeyen Yolculuk Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı Adnan Bostancıoğlu Ayrıntı Yayınları
Adnan Bostancıoğlu, 2008 yılında başladığı ve muhtelif fasılalarla yaklaşık üç yıl süren görüşmelerde, Oğuzhan Müftüoğlu ile çocukluğundan başlayarak bugüne kadar olan yaşamını konuştu. Müftüoğlunun yaşamı, Türkiyede devrimci hareketin yükseliş ve yenilgi dönemlerinin de tarihi... Dolayısıyla söyleşinin eksenini, 60lı yılların Dev-Gençinden 70li yılların Devrimci Yoluna uzanan mücadele süreci ve 12 Eylül sonrası oluşturdu. Döneme damgasını vurmuş olaylar, öne çıkmış ya da gölgede kalmış insanlar; solun tarihinin ayrılmaz bir parçası olan işkenceler, mahkemeler, cezaevleri Bitmeyen Yolculukun kilometre taşları oldu. Bizim yaşadığımız dönem, 1960lardan 2000li yıllara kadar uzanan bir süre. 40 küsur yıl. Bu süre boyunca benim yaşadıklarım, tanık olduklarım, birinci dereceden sorumlu olduğum olaylar sadece bana ait şeyler değil. Bu dönem hem ülke açısından hem de devrimci mücadele açısından önemli bir dönem. (...) Ben kendi adıma bir anı kitabı yazmayı düşünmüyorum; ama yaşadığım veya tanığı olduğum şeylerin, bir şekilde yazılı hale getirilmesinin gerekli olduğunu da kabul ediyorum. Belki böyle bir söyleşiyle bu ihtiyacı bir ölçüde karşılayabiliriz diye düşünüyorum. (Oğuzhan Müftüoğlu)
SÖYLEŞİ
Ordu, ABD çıkarlarına aykırı bir darbe yapmaz Gülay Altan Akşam 5 Mart 2011
12 Eylül öncesinin en büyük sol hareketi Dev Yol'un lideri Oğuzhan Müftüoğlu anlattı: 'Bitmeyen Yolculuk'
Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan nehir söyleşi 'Bitmeyen Yolculuk: Oğuzhan Müftüoğlu' bir döneme ışık tutuyor. Kitapta, 12 Eylül öncesinin en büyük sol örgütü Dev Yol'un lideri Müftüoğlu, açık yüreklilikle 'mücadele' yıllarını anlatıyor... 1980 öncesi doğrudan siyasetin içinde olanların dışında pek az kişinin tanıdığı bir isim Oğuzhan Müftüoğlu. Türkiye'nin en büyük kitlesel sol örgütü Devrimci Yol'un (Dev Yol) lideriydi. 29 yıl devam eden Ana Dev Yol Davası'nda bir numaralı sanık olarak yargılandı, 11 yıl cezaevinde kaldı, 1991'de tahliye oldu. Daha sonra Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)'nin kurulmasına ön ayak olan ekibin içindeydi. Müftüoğlu, BirGün gazetesinin de kurucularından. Siyasi tarihin böyle önemli bir noktasında yer alan Müftüoğlu özelinde pek de bilinmeyen 80 öncesi sol hareketi merak edenler için kendisi de Dev Yol hareketinin içinden gelen gazeteci Adnan Bostancıoğlu'na anlatmış.
- Kitabınız bazı çarpıtmalara ve yanlış anlamalara da belki dur diyecek bir kitap... Ne dersiniz? Kuşkusuz her insan olaylara kendi durduğu yerden bakar, bu bakımdan öznellikten kurtulmak çok kolay bir şey değil. Bu tür hatalar bir yana, geçmişte yaşadıklarımıza dair kasıtlı ve belirli siyasi amaçlar doğrultusunda çarpıtmalar oluyor, hayata 'karşı taraftan' bakanlar devrimci mücadelenin geçmişini karalamak amacıyla yalan, yanlış iddialar ileri sürüyor. Bunları yapanların böyle bir kitap yazıldı diye duracaklarını da pek sanmıyorum ama belki işleri o kadar kolay olmayacaktır.
- 'Türkiye sol tarihinin en büyük kitlesel hareketi' olarak tanımlanan Devrimci Yol'u siz nasıl tarif edersiniz? Devrimci Yol 60'lı yıllarda gelişen Devrimci Gençlik hareketinin izinden giderek gelişti. Başlangıçta bu kadar kısa bir süre içinde böyle bir kitleselliğe ulaşabileceğini öngördüğümü elbette söyleyemem. Sol hareketlerin geleneksel hatalarından, taklitçilikten, dogmatizmden kopabildiği, bir de 70'li yıllarda Türkiye'de yaşanan olaylar karşısında doğru bir siyasi çizgi izleyebildiği oranda başarılı oldu.
İKTİDARIN CAZİBESİNE KAPILIYORLAR
- Bu hareketin ve sonuçlarının sorumluluğunun ne kadarı sizin üzerinizde? Biz 12 Mart öncesinden kalan bir grup arkadaşla birlikte bu hareketin sorumluluğunu üstlendik. Aramızda bizden daha genç, 70 sonrasındaki gençlik hareketinden gelen arkadaşlar da vardı. 12 Eylül sonrasında üzerimize gelen saldırıya karşı yeterince başarılı olamadık, hareketin bütünlüğünü ve sürekliliğini koruyamadık. Bu başarısızlığın sorumluluğunun çoğunun bana yüklenmesine itirazım olmaz. Devrimci Yol'un o dönemde elde ettiği başarıda en büyük pay da kuşkusuz bu uğurda hayatını ortaya koyarak mücadele eden on binlerce Devrimci Yol'cuya aittir.
- 'İnancımı yitirmedim' diyorsunuz, peki, inancını yitirenler; onlar için ne diyorsunuz? İnancını kaybedenler için ne diyebilirim ki? Dünya değişik bir dönemden geçiyor. Bir 'değişim' rüzgarı estiriliyor. Gerçek bir devrimci değişim ihtimalinden umudunu kesenler, kimin çıkarına olduğuna bakmadan sermaye düzeninin kendisini 'yenilemesinin', cazibesine kapılıyorlar. Bazıları da yeni iktidar güçlerinin elindeki olanakların cazibesine kapılıyor.
- Uğur Mumcu'nun askerle ilişkisi vardı diyorsunuz kitabınızda. Uğur Mumcu ile hukuk fakültesinde okuduğum yıllardan kalma belirli bir arkadaşlığımız vardı. O Dev Genç'li değildi ama forum ve panellerimize gelir konuşurdu. O dönemde Ordu içindeki solcu subaylar tarafından yapılacak bir darbeyle Türkiye'nin sorunlarının çözülebileceğini savunan Avcıoğlu'nun ekibindendi. 9 Mart'ta sol darbe girişimi bastırıldıktan sonra o da tutuklandı. Uğur, 12 Eylül öncesindeki günlerde yaptığımız bir görüşmede bana eskisi gibi ordudan gelecek sol bir müdahaleye artık inanmadığını söylemişti.
ABD DARBE YERİNE AKP'Yİ DESTEKLİYOR
- Benzeri ilişkiler içinde oldukları Deniz Gezmişler için de söylenir... Deniz Gezmiş'in 12 Mart öncesindeki Cunta hareketiyle bir ilişkisi olduğunu bilmiyorum. Buna pek ihtimal de vermiyorum. Çünkü onlar da bizim gibi sosyalizmin ancak örgütlü bir halk hareketiyle başarıya ulaşabileceğine inanıyorlardı.
- Bugün solcuların askerle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'de bütün askeri darbeler sola karşı ve sermaye sınıflarıyla emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Bu gerçekler ortada duruyorken sol adına bir askeri darbeyi savunmanın kabul edilebilir bir tarafı olamaz. Kaldı ki geçmişte gerçekleşen askeri darbeler üzerindeki rolü çok iyi bilinen ABD'de bu günkü koşullarda askeri darbeleri teşvik eden bir politika izlemiyor. Çünkü soğuk savaş dönemi kapandı ve buna ihtiyaçları en azından şimdilik yok. Bu yüzden darbeleri değil AKP tarzı hükümetleri destekliyor. Zaten yakın tarihimizdeki darbe girişimleri bu yüzden başarısız oldu. Bu bakımdan bütünüyle ABD kontrolü altındaki NATO'ya bağlı bir Ordu'dan ABD politikalarına aykırı bir müdahale beklemek de boşunadır.
- ÖDP'nin kuruluşunda ön saftaydınız; Türkiye'nin koşullarının artık o dönemden çok farklı olduğunu söylemişsiniz, nedir o farklar? ÖDP'nin kuruluş döneminde Türkiye küresel sermayenin yeni politikaları doğrultusunda bir yeniden yapılanma sürecine giriyordu. ÖDP bu süreç karşısında emek ve demokrasi güçleri için bir birleşik direniş mevzii olabilir diye düşünüyorduk. Şimdi artık bu sürecin sonuna gelindi. CIA'nin eski Türkiye Masası Şefi Fuller'in deyimiyle 'Yeni Türkiye -Ilımlı İslam- Cumhuriyeti'ne' dönüşmüş durumda. BirGün'den ayrılan bazı yazarlar tetikçiliğe soyundu
- Türk medyasında liberaller üzerinden yürüyen tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'de geleneksel anlamına uygun liberallerden söz etmenin pek de doğru olmadığını düşünüyorum. Ergenekon davası olsun, AKP karşısında tavır söz konusu olsun, kendi görüşlerine uymayan devrimcilere karşı, bu ülkenin tarihindeki en kanlı katliamlardan sorumlu olan sağ kesime karşı gösterdikleri hoş görünün onda birini gösteremiyorlar. Bu gün böyle bir liberalliğin Türkiye'de bu kadar moda haline getirilmesinin nedeni, küresel kapitalizmin ekonominin liberalleştirilmesine hizmet edecek bir 'liberal demokrasi'ye ihtiyaç duymasıdır. AKP düzeni tarafından bu tür bir liberallik bu yüzden besleniyor.
- BirGün'ün kurarken düşündüğünüz gazete mi bugün yayınlanan gazete? Bu soruyu sorarken ne söylemek istediğinizi elbette anlıyorum, bir bakıma haklı bir soru olduğunu da kabul ediyorum ama şimdi başlangıçta benim neyi düşündüğümün artık fazla bir önemi yok. Yapmak istediğinizle gerçekleşen arasında her zaman bir makas vardır. Her şeye rağmen BirGün gazetesinin bu gün Türkiye'de yaşanan sağcılaşma karşısında önemli bir misyon üstlendiğini düşünüyorum. Ancak bu önemine uygun bir sahiplenme/destek bulamadığı ve yeni sağcılığın ideolojik hegemonyasına karşı mücadelede yeterli olamadığı da ortada.
- BirGün'de yazmaya başlayan ve başka mecralara geçen yazarları takip ediyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz? O kadar çok oldu ki, doğrusu hepsini takip etmek pek de mümkün olmuyor. Aslında hepsini aynı kategori içinde toplamak da doğru değil. BirGün'de yazan çok beğendiğim arkadaşlardan bazıları anlaşılabilir nedenlerle, gazetemizle nazikçe vedalaşarak ayrıldılar. İlginç olan bu arkadaşları 'transfer' eden gazetenin bu arkadaşlarımızı 'Radikal devrimi' olarak takdim etmesiydi! Özellikle Özgür (Mumcu) ve Sırrı (Süreyya Önder) BirGün'e çok yakışıyorlardı. Ama sanırım sizin sorunuz daha çok ötekilerle, BirGün'ün özgür ortamını bir sıçrama tahtası olarak kullandıktan sonra taşındıkları yerden, karşı tarafın tetikçiliğine soyunanlarla ilgili. Onları okumuyorum. Onlar hakkında ne siyaseten, ne ahlaken, ne de insani olarak ne düşündüğüm konusunda da hiçbir şey söylemek istemiyorum. Uyanış dalgasının ortasına düştük
- Politikadan uzak bir çocukluk ve ilk gençlik yaşadığınızı anlatıyorsunuz, sizin için kırılma noktası neydi? Benim hikayem aslında 60'lı yıllarının gençliğinin hikayesinin bir parçası. Türkiye Cumhuriyeti'nin çok uzun bir süre yaşadığı durgunluk yıllarından sonra 60'lı yıllarda ülkenin her yanını kaplayan bir uyanış dalgasının ortasına düştük. Böyle bir ortam içinde yaşamak bir genç insan için kuşkusuz büyük bir şanstır. Benim için bu ortamda tek bir kırılma noktası olmadı, küçük kırılmalarla gelişen bir geçiş süreci oldu. Ama sonra birdenbire kendimi her şeyin orta yerinde buldum.