Zengi Ata mutasavvıf Asıl adı Ay Hoca’dır. Siyah derili oluşundan dolayı Zengi Ata diye ün kazandı. Taşkent’te yaşadı. İlk eğitimini Arslan Baba’nın neslinden gelen babası Tac Hoca’dan aldı. Babasının vefatından sonra Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Hakîm Ata’ya intisap etti ve halifesi oldu.
Taşkent yakınlarında bir köyde çobanlık yaptı.
Öğrencilerinden Seyyid Ata ve Sadr Ata’yı halkı İslam’a davet etmek üzere Deştikıpçak bölgesine gönderdi. Onların irşadıyla Altın Orda hükümdarı Özbek Han, halktan 70 bin kişiyle birlikte İslamiyet’i kabul etti.
Zengi Ata, 1258 yılında vefat etti.
Zengi Ata’nın kabri Özbekistan’da önemli bir ziyaretgahtır.
Şiirleri
Zengi Ata, Ahmet Yesevî ve Hakîm Ata gibi hikmet tarzında tasavvufî şiirler söyledi. Bu şiirlerden sadece bir tanesi günümüze ulaşabildi.
Öğrencisi Uzun Hasan Ata
Zengi Ata’nın birinci halifesi Uzun Hasan Ata medrese ilimlerinden özellikle usul derslerindeki maharetinden dolayı Usullük Hasan Ata adıyla bilinir.
Zengi Ata bayramı
Zengi Ata’nın kabri bugün Özbekistan’da Taşkent’in Zengiata ilçesinin aynı adı taşıyan köyündedir. Timur tarafından inşa edilen türbenin yanına zamanla mescit, minare ve medrese eklendi.
Türbenin 50 m. kadar yakınında Anber Ana’ya ait türbe vardır.
Halkın ziyaret ettiği türbe etrafında, Zengi Ata bayramı diye anılan ve her yıl eylül başlarında icra edilen bir şenlik geleneği ortaya çıkmıştır. Bu bayramda halk kutlamalardan birkaç gün önce ve özellikle cuma günü köyde toplanır, köy bir panayır yerine döner, kurulan tezgahlarda yiyecek ve içeceklerin yanı sıra bayrama özgü değişik kaftanlar da satılırdı.
Bu arada bıçak ve kılıçla gösteri yapanlara, Hz. Peygamber ve onun dönemiyle ilgili çeşitli hikayeler anlatanlara rastlanır, derviş kılıklı insanlar Zengi Ata kabrinde dua okuyuculuğu yapardı.
Zengi Ata'nın yolu Yesevi Yolu
Türkistan'ın büyük velîlerinden. Ahmet Yesevî hazretlerinin ilk hocası Arslan Baba'nın torunlarındandır. Mensûr Atâ, Ahmet Yesevî hazretlerinin hocası Arslan Baba’nın oğlu idi. İlk terbiyesini babasından aldı. Ahmed Yesevî hazretlerinin terbiyesine teslîm edildi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde âlim oldu.
Mensûr Atâ’nın 1197 (H.594) yılında vefâtında, oğlu Abdülmelik Atâ halîfesi oldu. Abdülmelik Atâ’nın da çok geçmeden vefât etmesi üzerine, oğlu Tâc Hoca babasına halîfe oldu. Tâc Hoca, 1199 (H.596) yılında vefât etti. Zengî Atâ, Tâc Hoca’nın oğluydu.
Zengî Atâ, uzun yıllar dede ve babasından zâhir ve bâtın ilimlerini öğrendi. Ahmed Yesevî hazretlerinin halîfelerinden Hakîm Atâ’nın hizmetine girdi. Onun yüksek ilim ve feyzinden istifâde etti. Taşkent’te ikâmet eder, Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapardı. Hocası Hakîm Atâ, 1186 (H.582) yılında vefât edip, Harezm’de Akkurgan’a (Bağırgan’a) defnedildi. Onun en meşhûr halîfesi olan Zengî Atâ, Hakîm Atâ’nın hanımı Anber Ana ile evlendi.
Zengî Atâ ile devâm eden Ahmed Yesevî hazretlerinin yolu, Zengî Atâ’dan sonra, Seyyid Atâ ve Sadr Atâ vâsıtasıyla devam etti. Seyyid Atâ, Hâce Azîzân (Ali Râmitenî Pîr-i Nessâc) ile sohbet etti. Sadr Atâ’nın halîfeleri daha uzun zaman Yesevîlik yolunu devâm ettirdiler. Onun halîfeleri, Eymen Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh şeklinde sıralanır. Mevdud Şeyh’in iki meşhûr halîfesi vardı. Bunlar; Hoca Abdullah ve Kemâl Şeyh idi. Hoca Abdullah’ın halîfesi Hadım Şeyh, onun da halîfesi Cemâlüddîn Buhârî’dir. Reşahât sâhibi, Cemâlüddîn Buhârî’den nakil yapmaktadır. Zengî Atâ, 1258 (H.656) yılında, Şâş (Taşkent) yakınlarında, Semerkant yolunun on birinci kilometresinde Zengî Atâ köyünde vefât edip, oraya defnedildi.
Zengî Atâ’nın kabri herkes tarafından bilinir ve ziyâret edilirdi.
Kaynaklar
1) Hakîm Atâ Kitabı 2) Hazînet-ül-Asfiyâ 3) Cevâhir-ül-Ebrâr min Emvâc-il-Bihâr (Hazînî) 4) Reşahât Ayn-ül-Hayât 5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.318 6) İslam Ansiklopedisi
HAKKINDA YAZILANLAR
Siyah güneş! Zengi Atâ İrfan Özfatura Türkiye 19 Şubat 2004
Asyanın nurlu velilerinden Hakîm Atâ biraz esmercedir. Bir ara hanımının (Anber Ananın) içinden, “kocam siyah olmasaydı” gibilerinden bir düşünce geçer. Allahü teâlânın izniyle Hakim Atâ’ya mâlum olur, mânâlı mânâlı hanımına bakar, “sen beni beğenmiyorsun ama, benden sonra dişinden başka beyazı olmayan bir zenciye düşeceksin” buyururlar. Anber Ana pişman olur ve çok ağlar Ağlar ama neye yarar...
Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezm’de ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed ile Asgar Hoca’yı çağırtır. Onlara; “Ölümümden sonra gün doğusundan kırk ebdâl gelecek, içlerinde gözü zayıf, ayağı aksak bir siyahi vardır ki annenizi onunla evlendirirsiniz” emrini verir. Gerçekten bir süre sonra vefât eder ve bahsedilen cihetten kırk mübârek gelir. En arkada yürüyen bir garip vardır ki kıvırcık saçıyla, iri dudaklarıyla gözden kaçacak gibi değildir. Bu sevimli zenci Taşkent’i mekân edinir. Çobanlıkla meşgul olur ama davar sahibi değildir. Bir kuru değneğinden başka malı yoktur, sürü sahipleri ne verirlerse alır, kör topal geçinir.
Bu garip çoban nasıl bir işaret alırsa alır ve neyine güvenirse güvenir tam iddet müddeti bittiği gün Anber Ana’ya aracılar gönderir. Mübarek kadın görücülere pas vermez, “Ben Hakîm Atâ gibi zirvenin hanımı olmuşum, gayri kimseye varmam” der. Der ama daha cümlesini bitiremeden boynu tutulur. Günlerce sıkıntı çeker, yüzünü çevirmek için taa belinden döner. Ah o ağrılar, o elemler...
Hakim Atâ ne demişti?
Zengî Atâ aracıları tekrar yollar ve “Anber Hanım’a sorun bakalım” der, “bir gün hatırından ‘Hakîm Atâ esmer olmasaydı’ diye bir düşünce geçmiş miydi? Hakîm Atâ da bunu kerâmetiyle bilip “sen beni beğenmiyorsun ama benden siyahına eş olacaksın” demiş miydi?
Anber Ana’nın diyecek sözü kalmaz, takdîrin böyle olduğunu anlar. Nikâha râzı olur olmaz boynu açılır, ağrısı sızısı kalmaz. Zengî Atâ ile evlenir ve anlatılamayacak kadar saadetli günler yaşar. Çok çocukları olur, bunlar ulemaya, evliyaya katılırlar.
Zengî Atâ mânâ âleminde doruklara yürürken yine eskisi gibi çobanlık yapar, sürüsünü önüne katar Taşkent dağlarını adımlar. Hayvanlar uslu uslu otlarken o yayar seccadesini namazını kılar. Bazen boynunu büker, gözünü yumar. Kuzucuklar etrafını sarar ve hayran hayran ona bakarlar. Kimbilir belki de zikre katılırlar.
Bir gün eve dönmeli olmuştur. Kırda topladığı odunları denk yapıp sırtına vururken dört genç gelip selâm verirler. Onları her zamanki sıcaklığı ile karşılar, hâllerini hâtırlarını sorar. Delikanlılar “biz Buhârâ medreselerinde zâhirî ilimleri itmam (tamam) eyledik, lâkin şimdi bir gönül ehli ararız ki bize tesavvuf öğretsin” derler. Zengî Atâ; ayağa kalkar yüzünü dört bir tarafa çevirip şarkı garbı, şimali, cenubu koklar ve “sizin bu ilimden nasîbiniz, bizden başkasında değildir” buyururlar.
Yıllara malolan hata
Haydaaa!.. Şimdi sen dünyaca ünlü Buhara Medreselerinde yıllarca dirsek çürüt. Koca koca cildleri devir, onlarca âlim tanı, binlerce sahife ezberle, allı pullu icazeti beline koy ve... Karşına bir çoban (hem siyahi bir çoban) çıksın ve ders vermeye kalksın!
Manzara budur ancak gençlerden Uzun Hasan Atâ ile Sadr Atâ her gördüklerini Hızır bilir, “Cenâb-ı Hak nelere kadir değil ki” derler, “isterse ince ilimleri bir çobana verir.”
Diğerleri (Seyyid Ahmed Atâ ile Bedr Atâ) o kadar kolay teslim olmaz ama karşı da koymazlar. İşte bu tereddütleri yıllarına mal olur arkadaşları tesavvuf basamaklarında yükselip hallere sırlara kavuşurken onlar yerlerinde sayarlar. Uğraşırlar didinirler ama mesafe alamazlar. Zengi Atâ’yı incitmiş olmaktan korkar ve gidip Anber Anaya akıl sorarlar. Anber Ana klasik bir af dileme usulünden medet umar. Gece bir keçeye sarınıp Zengî Atâ’nın yolu üzerine yatmalıdırlar. Büyük velî sabah namazına çıkarken onları görecek ve acıyacaktır. Zengî Atâ seher vakti, namaz için dışarı çıkar, yolu üstünde yatan karaltıyı fark eder ve durur. O anda Seyyid Atâ, yüzünü Zengî Atâ’nın ayağına sürerek af diler. Büyük velî ellerini açıp öyle içten bir dua ederler ki Seyyid Atâ’nın kalbi zikre başlar. Perdeler aralanır, mesafeler aradan kalkar. Yesevî yolu, Zengî Atâ’dan sonra, Seyyid Atâ ve Sadr Atâ vâsıtasıyla devam eder. Bilahare Hâce Azîzân’ın (Pîr-i Nessâc diye anılan Ali Râmitenî’nin) sohbetleriyle şereflenir ve Silsile-i âliyye denen altın halkadan feyz alırlar.