Ana Sayfa Kategoriler Editör İletişim  

   Alfabetik Arama
A B C Ç D
E F G H I
İ J K L M
N O Ö P R
S Ş T U Ü
V Y Z



   Ekstra
     müstear isimler
     peygamberler
     Asr-ı Saadet'te Türkler
     basında biyografi.net
     Biyografi Nedir?
     neden biyografi.net
     sizin biyografiniz
     cv nasıl hazırlanır ?
     genel biyografi kitapları
     takma adlar
     editör



 Linkler 
   Biyografi Tv
   facebook/Biyografi Net
   twitter.com/biyografinet
   Biyografi Atölyesi
   boğazdaki aşiret
   biyograf
   biyografi kitabı
   mahmut çetin yazıları
   www.biyografianaliz.net
   biyografimarket.com

   Biyografi Arama

  

isim ara soyadı ara
 
   
   

     Biyografi Market İçerik  
KİTAP BİYOGRAFİ
 Portre Anlatı
 Günlük
 Biyografi Dosya
 Mektup
 Kronoloji
 Kim Kimdir
 Anı-Hatırat
 Otobiyografi
 Biyografi Genel
 Şecere
 Biyografik Araştırma
 Gezi-Seyahat
 Biyografik Roman
 Biyografik Şiir
FOTOĞRAF
 Görsel Kitap
 Biyografik Fotoğraf
 Şehir Fotoğraf
 Tarihi Eser Fotoğraf
  SAHAF KİTAP
  KAYNAKÇA
 Kaynak Tarama-Kupür
 Bibliyografya
 DVD-CD-VCD
 Biyografi Belgesel
 KİTAP GENEL
 Türkçe Dil Öğretimi
 Kaynak-Çeviri

Daha Fazlası BiyografiMarket.com'da



Facebook da paylaş Twitter da paylaş Live da paylaş

Şehbenderzade Filibeli Ahme Hilmi

gazeteci, yazar



1895 yılında Bulgaristan'ın Filibe şehrinde doğdu. İlk tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul'da Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. 1890'da Duyun-ı Umumiye İdaresi'nde görev yaptı. Jöntürkler'in arasında yer aldığı için Mısır'a kaçmak zorunda kaldı. 1901 yılında İstanbul'a geldi. Sultan 2.Abdülhamit tarafından Libya'ya sürüldü. 1908'de tekrar İstanbul'a geldi. İttihad-ı İslam adında gazete çıkardı. İkdam ve Tasvir-i Efkar isimli gazetelerde yazıları çıktı. 1913 yılında İstanbul'da öldü ve Fatih Camii avlusuna defnedildi.

ESERLERİ:

1.Amak-ı Hayal
2.Allah'ı İnkar Mümkün müdür?
3.Ziyaret-i Evliya
4.Batıniler - İblis Behmen
5.Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?
6.Beşeriyetin Fahri Ebedisi Nebimizi Bilelim ve Cihadı Ekber’e
7.Gençlere
8.Öksüz Turgut
9.Huzur-ı Akl ü Fende Maddiyyun Meslek-i Dalaleti
(Akıl ve Bilim Huzurunda Materyalizm Dalalet Mesleği)
10.Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa Siyaseti
11.İslam Tarihi
12.İki Gavs-ı Enam Abdülkadir Geylani ve Abdüsselam El-Esmer




ESER-AYRINTI

Ziyaret-i Evliya
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi
Hazırlayan: Selami Şimşek
Buhara Yayınları

İstanbul'da mağfiret toprağına defnedilen ve dindarların ziyaretgahı olan ulu evliya hazretlerini önceki sene mübarek Ramazan'da feyizli kabirlerini ziyaret münasebetiyle teberrüken cevlan-ı dindarane başlığı altında Tercüman-ı Hakikat Gazetesi'ne yayımlatmış olduğum makaleleri genişleterek Hadikatü'l Evliya'da Nakşibendiyye, Kadiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Rifaiyye, Mevleviyye, Bedeviyye, Dusukiyye, Sa'diyye ve Şazeliyye tarikatlarının silsileleriyle, büyük pirler ve ulu şeyhlerin biyografileri beyan edilerek yazılmış olmakla bu defa da Halvetiyye ve Şa'baniyye tarikatlarının şeyleri silsileleri ile mübarek menkıbelerini adı geçen makalelere ilave ederek Ziyaret-i Evliya adıyla ayrıca kitap şeklinde neşretmeyi ve dini eserler tetkikiyle kudsi alemle zevk bulan irfan huzurlarına çıkarmayı arzu eyledim.

Şu âcizin eserinin muhtevası itibarıyla teberrüke yakışır ve uğurlu olması, neşri hususunda cesaret ve şevkimi artırdığından hatalarımın afv ve bağış nazarı ile görülmesini okuyuculardan rica ederim.
-Hocazâde Ahmed Hilmi-
(Tanıtım Bülteninden)



HAKKINDA YAZILANLAR

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi

Ahmed Hilmi veya daha çok bilinen ismiyle Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1914) tanınmış Türk mutasavvıf ve düşünürü. Vahdet-i Vücud inancının sadık takipçilerinden olan Ahmed Hilmi, çağdaşı maddeci düşünürleri yoğun biçimde tenkit etmiş, anti-maddeci eserler kaleme almıştır.

Filibe doğumlu olan Ahmed Hilmi bu nedenle Filibeli Ahmed Hilmi olarak anılmıştır. Babasından dolayı da Şehbenderzâde olarak anılmıştır. İlk eğitimini Filibe´nin müftüsünden alan Ahmed Hilmi, daha sonra ailesiyle birlikte İzmir´e taşınmıştır. Eğitimini Galatasaray Lisesi´nde tamamladıktan sonra Düyûn-ı Umûmiyye´de çalışmaya başlamış, Beyrut´a atanmıştır. Siyasi bir mesele nedeniyle Beyrut´tan Mısır´a kaçmış, 1901´de tekrar İstanbul´a dönmüş fakat Fizan´a sürülmüştür. Tasavvufa olan ilgisi büyümüş, özellikle Vahdet-i Vücuddüşüncesine inanmaya başlamıştır. Tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir.

Meşrutiyetin ilanıyla 1908´de İstanbul´a dönmüştür. Burada İttihat-ı İslam adlı bir haftalık gazete çıkarmaya başlamış fakat bu gazete uzun soluklu olmamış ve sonunda başka gazetelerde yazmaya başlamıştır. 1910´da Hikmet isimli bir haftalık gazete yayımlamaya başlamış, yine aynı yıl Hikmet Matbaa-yi İslâmiyesi´ni kurmuştur.

İttihat ve Terakki Cemiyeti´ni eleştirmeye başlamıştır. Düşünceleri dönemde cemiyetin karşıtı olan görüşlerle de uyuşmadığı için birçok düşman kazanmıştır. Eleştirilerini ve görüşlerini en çok Hikmet gazetesinde yayımlamış, gazeteyi günlük çıkartmaya başlamıştır.

Düşünceleri nedeniyle Hikmet gazetesi matbaası ile birlikte yasaklanıp kapatılmış, kendisi de Bursa´ya sürgüne gönderilmiştir. Fakat daha sonra sürgünden dönünce Hikmet gazetesini tekrar yayımlamaya başlamıştır. Yine de gazetesinin ömrü, yayımladığı fikirleri nedeniyle uzun olmamıştır.

Ekim, 1914´te zehirlenerek ölmüştür. Zehirlenmesinin nedeni ve durumu tam olarak bilinememektedir. Masonlukla ve siyonizmle mücadele eden ilk kişilerdendir. Dolayısıyla ısrarla karşı çıktığı ve düşmanı olmuş masonlarca zehirlendiği söylenmektedir. Masonlarca zehirlendiği iddiaları ölümünden bir süre sonra ortaya atılmıştır. Gerçek ölüm nedeni bakır zehirlenmesidir.




HABER

A’mâk-ı Hayal tiyatro sahnesinde
Zeynep Kılıç
9 Aralık 2013

Tasavvuf edebiyatının klasik eseri A’mâk-ı Hayal ilk kez tiyatro sahnesine taşındı.

Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl aynı adla oyunlaştırdığı eser yeni kurulan Tiyatro Nefes’in de ilk oyunu. A’mâk-ı Hayal, tiyatroseverler için özgün ve farklı bir uyarlama.

Kimi eserler vardır; daha baştan ismiyle sizi kendisine çekmeyi bilir. Adını duyduğunuz anda etkisi altına girmeye başlarsınız. Ve artık kaçarı yoktur, behemehal okunacak, daha sonra mutlaka yeniden okunmak üzere kütüphanenizin en nadide yerlerinden birine özenle yerleştirilecektir. Filibeli Ahmet Hilmi’nin hakikat aşkıyla yanan Raci’nin hayal âlemindeki yolculuğunu anlatan A’mâk-ı Hayal adlı kitabı, bu tanımlamayı en çok hak eden eserlerden biri. İşte; okuyanların, hele hele gönül gözü ile okumayı başaranların ‘arayışın romanı’ addedip başucu kitabı yaptığı bu eser ilk kez tiyatro sahnesine taşındı.

Raci; havvasın hemen her an, avamın nadiren, yani akıl ve izan sahibi her beşerin hayatında en az bir kez de olsa kendi kendine sorduğu ‘hakikat nedir’ sorusuna cevap arayan bir gençtir. Sualine cevap bulmak için ‘Aynalı Baba’ namlı bir zatın mihmandarlığında çıkacağı yolculuğa ihtiyaç duymaktadır. Bu yolculuğa çıkması için hayale dalması gerekir. Zahiren uyuyup batıni olarak uyanan Raci, yokluk ve varlığın aynı şey olduğunu öğrenene kadar bir dizi sınavdan geçecektir. Hindistan’da Buddha’ya uğrayıp onun öğütleriyle ‘Yokluk tepesi’ne ulaşmaya çalışacak, Fars diyarında Zerdüşt’ün huzuruna çıkıp Hürmüz ve Ehrimen’in yani aydınlık ve karanlığın yenişememesine şahit olacaktır. Anka kuşunun sırtında âlemleri gezecek, gezdikçe hakikate yaklaşacaktır.

Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl Zaman Kitap’tan yayımlanan aynı adlı oyununu ilk kez sahnelemek, yeni kurulan Tiyatro Nefes’e kısmet olmuş. Önceki akşam Cennet Kültür Merkezi’nde galası yapılan oyun, kitabın kendisi gibi oldukça sıradışı. Ağır tasavvufi ve fantastik öğeler barındıran bir eserin, tiyatroda hele ki yeni kurulan bir grup tarafından sahnelenmesi dolayısıyla oluşabilecek muhtemel endişeler, daha ilk sahnelerde gideriliyor. Genç ekip, ‘zamane’ genci Raci’nin faydalı faydasız bir dolu bilgiyle çöplüğe dönmüş aklını bugüne göndermeler de içeren eğlenceli bir yolla anlatarak selamlıyor izleyiciyi. Nitekim oyunu uyarlayan Hüseyin Sorgun ve yönetmen Öncü Alper, ‘kitabın felsefî ağırlığı tiyatronun didaktik ruhu ile birleştiğinde seyirciyi mesaja boğacak bir eser’ ortaya koymaktansa, absürt öğelerle örülü sıradışı bir oyun sunmayı tercih etmiş. Ne yalan söyleyelim iyi de olmuş. ‘Yokluk tepesine’ çıkmaya hazırlanırken kendisine sunulan yiyeceklerde aklı kalan Raci ile dalga geçen bir Buddha karakteri görmenin, izleyiciyi şaşırtırken oyunu cazip kıldığını söylemekte sanırız bir sakınca yok. Ya da Hürmüz-Ehrimen savaşında aydınlık tarafta mı yoksa karanlık tarafta mı olması gerektiğine karar veremeyen şaşkın Raci karakterinin oyuna oldukça sempatik bir hava kattığını da... Ancak aynı durumun, eserin ‘duygu’ kısmının seyirciye geçmesini önlediği de bir gerçek.

A’mâk-ı Hayal amiyane tabirle ‘değişik’ bir oyun. Ve tam da bu yüzden başarılı. Türk tasavvuf edebiyatının kült eserine de ‘sıradan’ bir uyarlama yakışmazdı zira. ‘Okuduğu eşek yükü kitaplar’a rağmen hakikati bulamayan bir gencin, sonunda bilmekle bilmemeyi bir tutan bir meczuba dönüşümünü özgün bir uyarlama ile sahnede görmek isteyenlere duyurulur.





HAKKINDA YAZILANLAR

Hikmet Dergisi

Şelıbenderzâde Ahmed Hilmi tarafından İstanbul'da önce haftalık, daha sonra günlük olarak yayımlanan siyasî ve fikrî gazete.

21 Nisan 1910-25 Ekim1912 tarihleri arasında farklı boyutlarda, çeşitli aralıklarla, bazen ismi değiştirilerek yayımlanan Hikmet, yazılarının çoğu Şehbenderzâde Ahmed Hilmi tarafından yazıldığı için onun adıyla özdeşleşmiş bir gazetedir.

II. Meşrutiyet'in ilânından bir müddet sonra 23 Zilkade 1326 (17 Aralık 1908) tarihinden itibaren haftalık İttihâd-ı İslâm dergisini çıkaran Ahmed Hilmi, bu derginin 18. sayıda (23 Nisan 1909) kapanması üzerine bir süre bazı gazete ve dergilerde yazmış, 11 Rebîülâhİr 1328 (21 Nisan 1910) tarihinden başlayarak haftalık Hikmet gazetesini yayımlamıştır, önceleri değişik matbaalarda basılan gazete.

Şehbenderzâde'nin kendi matbaasını kurmasıyla 3 Kasım 1910 tarihli 29. sayısından itibaren Hikmet Matbaası'nda basılmıştır. Perşembe günleri çıkan gazetenin başlık yazısı altında "i'tisâm" âyetinden (Âl-i İmrân 3/103) alınmış "va'tesimû ve lâteferrekü" ibaresi ve yanında da "İttihad hayattır, tefrika memattır" cümlesi yer almaktadır.

Gazetenin yönetime karşı henüz açık bir muhalefete geçmediği bu dönemde sayfalarında fikrî yazı ve tefrikalar yer almıştır. "İcmâl-i Siyâsî, Hikemiyat, İçtimaiyat, İktisadiyat, Felsefe-i Asır, Tasavvuf-ı İslâmî" başlıkları arasında başlıca şu yazılar dikkati çeker: "Tasawuf-ı İslâmî ve Fünûn-ı Cedîde ve Felsefe", "Bâtınîler: İblis İzzeddin Behmen Din, Hikmet ve Fen Karşısında Feminizm", "Âlem-i İslâm'ın Zaaf ve Kuvveti", "Edebiyyât-ı Mutasavvıfâne".

Yazılardan çoğunun muharriri olan Ahmed Hilmi'den başka gazetede Yunus Nâdi (Abalıoğlu). Ömer Fevzi (Mardin), Ali Haydar. Ahmed Hamdi (Akseki). Ahmed Agayef (Ağaoğlu). Şerefeddin (Yaltkaya) gibi bazı yazarların makaleleri de bulunmaktadır. Pek çok sayıda ise yarım sayfa hacminde Farsça bir makale yer almıştır. İstek üzerine bazı sayıları İkinci defa basılan Hikmet Girit için. Batılı bir yazarın İslâm dinine ve peygamberine haksız yere dil uzatmasına karşı ve Almatu (Almatı) felâketzedegânına yardım amacıyla fevkalâde nüshalar çıkarmış, ayrıca Osmanlı donanmasını güçlendirmek için çeşitli yardım kampanyalarını teşvik etmiştir. Gazete kısa zamanda Osmanlı topraklan dışındaki İslâm ülkelerinde de büyük ilgi görmüş ve bu ülkelerden gelen müslüman seyyahlar matbaayı ziyaret etmişlerdir. Hikmet, 74. sayısında yayımlanan (14 Eylül 1911) "Halife ve Padişahımız Hazretlerine. Hey'et-i Teşrîiyye ve İcrâiyyeye Açık Arzına!" başlıklı yazıdan dolayı
77. sayıdan (28 Eylül 1911) sonra kapatılmıştır.
Şehbenderzâde Ahmed Hilmi bu arada, ilk sayısını 26 Ağustos 1911 'de çıkardığı Millet ile Musahabe adlı günlük bir gazete yayımına girişmiştir. On beş sayı yayımlanan bu gazete ile muhalefeti sertleşen Ahmed Hilmi'nin bundan sonraki gazetelerinde konuların ağırlığının giderek siyasete doğru kaydığı görülmektedir.

Haftalık Hikmet henüz kapanmadan aynı ad altında 9 Eylül 1911'den itibaren günlük bir gazete çıkarmaya başlamıştı. Ancak gazete, iktidardaki İttihat ve Terakkî Fırkası'na karşı yaptığı sert tenkitleri sebebiyle bir buçuk ay içinde beş defa kapatılmış ve her defasında kısa sürelerle ve farklı adlarla yeniden çıkmıştır. Böylece 14. sayıda kapanan günlük Hikmet yerine 24 Eylül 1911'de mizahî karakterde Coşkun Kalender adıyla bir, 27 Eylül'de Münakaşa adıyla iki, 2 Ekim'de Kanad adıyla beş, 8 Ekim'de Nimet adıyla İki sayı çıkıp kapatılan dergileri yayımlayan Ahmed Hilmi, 9 Ekim 1911'de dergisi ve matbaası süresiz kapatılarak önce Kastamonu'ya, oradan da Hüdâvendigâr (Bursa) vilâyetine sürülmüştür. On ay sürgünde kaldıktan sonra İttihatçılar'ın iktidardan uzaklaştırılması üzerine affedilip İstanbul'a dönen Ahmed Hilmi 1 Ağustos 1912'de Hikmet'in 1. sayısını yine günlük gazete olarak yayım hayatına koymuşsa da 25 Ekim 1912 tarihli 84. sayısıyla gazete kendiliğinden kapanmıştır (gazetede yer alan bazı yazıların konuları ve özetleri için bk. Ekici. s. 94-115).

Ahmed Hilmi bu gazetelerde A. H., F. A. H. kısaltmaları ve işaretinden başka tasavvufî yazılarında Şeyh Mihridîn Arûsî, mizahî yazılarında Coşkun Kalender ve Kalender Gedâ Özdemir, millî ve hamasî şiirlerinde Özdemir gibi takma adlar kullanmıştır. Bilhassa Özdemir İmzalı şiirleriyle Türk-İslâm birliğine, hatta Ziya Gökalp'ten önce zımnen bir Turan ülküsüne yaklaşan Şehbenderzâde'nin Hikmet gazetesi, döneminin siyasî akımlarından Türkçülüğe ilgisiz kalmamakla beraber ağırlıklı olarak İslamcılık akımının önemli yayım organlarından biri olmuştur.

Hikmet'in ilk dönemine ait tam koleksiyonu Hakkı Tarık Us ve Beyazıt Devlet kütüphanelerinde mevcuttur. Bu dönemden sonra kapanmaları ve yeniden çıkışları ile adı ve sayı sıralaması karışıklık gösteren gazete, bazı eksiklerle Hakkı Tarık Us Kütüphanesi ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda bulunmaktadır. Yine Şehbenderzâde'nin çıkardığı İttihâd-ı îslâm da İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığındadır.




AMAK-I HAYAL ÖZETİ

Tasavvufî Romanın İlk Örneği: Amak-ı Hayal
15.02.2016 Mustafa Öztürk

Tasavvufi eserlerde sembolik dili kullanan mutasavvıfların eserleri, vahdet-i vücut düşüncesini bilen kişiler arasında zevkle okunmuş ama bu düşünceye uzak kişilerce her zaman eleştirilmiştir. Vahdet-i vücut düşüncesini kabul edip etmemek bir yana, bu eserlere ancak tasavvufta derinleşenler vakıf olabilir. Bu sembolik dil bilinmediği takdirde, ancak zahiren anlatılan hikâyelerden ibaret kalacaktır bu eserler.

İşte Amak-I Hayal, bu sembolik dilin en güzel örneklerinden biridir. Bu hikâyenin iki kahramanından biri olan Raci; dindar bir ailede yetişmiş, ahlaklı, mükemmel bir eğitim görmüş, zeki bir insan.

Çocukluğunda aldığı dini eğitim sonrası gördüğü tahsil hayatı sonrasında, elde ettiği bilgi yığını onu büyük bir şüphe girdabına sokmuştur. Kalbiyle inkâr ettiğini aklıyla kabul eden, aklıyla inkâr ettiğini kalbiyle onaylayan bir kişi olmuştu. En sağlam fikirlerini bile şüphe ejderhası bir sarışta yıkıyordu. Bu durumunu ancak içki sarhoşluğuyla geçici olarak ortadan kaldırabiliyordu. Diğer kahramanımız ise Aynalı Dede. Mezarlıkta bir kulübede, yırtık kıyafetlerine ayna ve teneke parçaları yapıştırılmış bir “meczup”.

Hikâye, zahiren bakıldığında şüphecilikle boğuşan bir adamın yolu bir gün mezarlığa düşer ve orada bir deliyle karşılaşır. Deli bu adama kahve ikram eder ve ney çalar. Ney sesiyle kendinden geçen Raci hayallere dalar. Raci, Aynalı Dede’ye ilk geldiğinde kahvesini yudumlayıp ney sesiyle birlikte bir ‘’hal’’ yaşar. Bu ona tasavvuftaki ilk makamın verilmesidir. Fena makamlarının ilki hiçliktir. Raci, yaşadığı ‘hal’i buda gavsama örneğiyle açıklar. Hindistan’da yokluk tepesi seyahatini anlatır, yani hiçliğin zirvesine yolculuk. Ancak kendine hâkim olan, kalbinde şüphe olmayan, canlı cenazelerin çıkabileceği bir tepedir orası. O tepeye çıkanlar; sarayı çöplük, güzel kadını cadı, şehevi arzuları ejderha olarak görür. Raci, buda gavsama’nın yaşadığı bu aşamayı geçmiştir.
İkinci ziyaretinde yine kahve ikram edilir Aynalı Dede tarafından. Ya da Raci’ye, geçtiği aşamadan sonra yeni bir makam verilir diyelim. Bu ise Zerdüşt’ün sınadığı bir aşamadır ve zulme galip gelerek bu makam aşılabilir. İnsanın dualist yapısındaki iyiliğin kötülüğe galip gelmesiyle iyilik, beden ülkesinde hakim olur ve zalim yenilir. Hikâyedeki Ehrimen ve Hürmüz; zulüm ve adaletin sembolüdür.

Üçüncü yol, Brahma’nın yoludur. Bilim ve hikmetin değeri bilinsin diye yaya olarak gidilen bir yoldur. Raci’nin şüpheleri yok oluyor ve aynalı dede’den aldığı ilimle sonsuz bir zevk yaşıyor. Hakikat yolculuğunun bu durağında bedenindeki tüm kötü vasıflar, yani hayvanlar secde ediyor ama şeytan hariç. İnsanda ki şeytan benlikteki gurur sıfatıdır.
Artık en zorlu durak, şeytanın dize getirileceği yerdir. Bu makamda susarak gurur yok edilir. İnsanlar alay etse de, deli muamelesi yapsa da susmak! Ancak bu eylemle insanın içindeki şeytan dize getirilir ki o gururdur. Sıradan insanların katlanamayacağı bir suskunluk!. Bir hakarete, küçük görmeye cevap vermeme imtihanı. Buna ‘’alem seyreyler beni’’ durumu diyebiliriz. Bu hal nesiminin şiirinde şu dizeyle ifade edilir.

Kah çıkarım gök yüzüne seyrederim alemi
Kah inerim yer yüzüne seyreyler alem beni
Beşinci makam ise ‘’seyreylerim âlemi’’ ifadesiyle karşılığını bulur. Bu beka makamlarından biridir. Anka kuşu onu alır ve âlemi seyrettirir. Buradaki âlem insandır, beden âlemidir. Beden âlemi üzerindeki seyahatin amacı ‘’kendini bilen rabbini bilir’’ sözünün sırrına vakıf olma amacı taşır. Vahdet-i vücut felsefesine göre insan Allahtan bir zerredir. Bu zerrenin ihtişamını anlamak aslında Allah’ın büyüklüğünü anlamaktır.

Sünbül ü reyhanda da, şevke ve gıylanda da,
Dilhiraş-ı feiiyad-ı arslanın, nevas’ı bülbülün,
Gonca-ı şevk-bahşı, buy-ı ruh-nüvazı bir gülün,
Zerre-i camide de en ufak hayvanda da,
Yalnız sensin, sen!

Altıncı bölümde ilginç bir hikâye vardır. Yedi başlı yetmiş ayaklı bir ejderha, Hint ülkesinde, her yedi senede bir ‘’bu kervan nereye gidiyor’’ diye yedi defa soru sorar. Yedinci de cevap alamayınca yedi erkek ve yedi bakire ona kurban verilir. Yedi başlı, yetmiş ayaklı dev, Batıni gelenekte nefsi temsil eder çünkü nefis, yedi çeşittir ve yetmiş hali vardır. Yani ‘’bu kervan nereye gidiyor?’’ sorusunu soran Raci’nin şüpheci nefsidir. Bu soruyu kahramanımız Kaf Dağı yolculuğundan sonra şöyle cevaplar. ‘’ ey akılsız canavar! Yaratıcıya muhtaç bu âlemler, feleğin mahkûmu bu kervan, eşsiz hayalin sırrına, çekici güzellik nuruna doğru koşup gidiyorlar’’ bu cevaptan sonra ejderha bir kıza dönüşür ve delikanlının kulu olur. Artık Raci, beynini kemiren şüphe canavarından kurtulmuş ve hakikati bulmuştur.
Hakikat, insanın sonsuzluk denizinde bir damla oluşudur.

Hakikati anlamak, varlıkla yokluğun aynı şey olduğunu bilmektir.



Siz de biyografi.net'te yer alabilirsiniz
"
İyi ki, biyografi.net var!" 



biyografi.net
    İngilizce Biyografi
   English Biography

    ünlü kadınlar

   Nasreddin Hoca
  ben de biyografi.net'teyim
  fıkralardan seçmeler



   Makaleler
   Trabzon'un Kültürel Yüzü
   Lozan Delegeleri
   İdlib şehitleri
   BULGARİSTAN TÜRK YAZARLARININ BULGARCA ESERLERİ
   Afrika Kitaplığı
   Rusya'daki en etkili 100 Müslüman listesi
   Teröre karşı 1071 akademisyen
   Irak’ta Türkmen Partiler
   Millî Birlik Komitesi Üyeleri
   KKTC Başbakanları

  Biyografik Takvim
ocak şubat mart
nisan mayıs haziran
temmuz ağustos eylül
ekim kasım aralık

    Tanıtım

    Tanıtım


   İletişim
BİYOGRAFİ NET YAYINCILIK
Tel: 0542 235 72 49



[email protected]

Etimesgut Vergi Dairesi
11512253662
Tasarım: Nihat Çeliker www.webofisi.com  

 

Ana Sayfa İletişim Künye Bu Sayfayı Yazdır Sık Kullanılanlara Ekle E-ticaret
Powered By Webofisi.com