Mehmet Öz
Türk Ocakları Genel Başkanı


akademisyen



Bafra’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Bafra’da tamamladı. 1976 yılında Bafra Lisesi'nden mezun oldu. Lisans öğrenimini Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yaptı (1976-81). Aynı zamanda Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'nu bitirdi. 1981 yılı Ekim ayında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'ne asistan olarak girdi. Araştırma görevlisi olarak yüksek lisansını tamamladı. Doktora çalışmasına bu dönemde başladı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı imtihanı kazanarak 1986 yılında İngiltere’ye gitti. İngilizce kursunu müteakiben Ocak 1987-Ocak 1991 arasında Cambridge Üniversitesi Doğu Araştırmaları Fakültesi'nde doktorasını tamamladı.

Yurda döndükten sonra Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde göreve başladı. 2003 yılında profesörlüğe yükseltildi. 1993-2004 arasında Tarih Bölümü Başkan Yardımcılığı yaptı. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı oldu ve halen bu görevi sürdürmektedir.

2010 Ocak-2012 Ocak arasında Türk Tarih Kurumu Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Araştırma Grubu Danışma Kurulu Üyesi. Pek çok bilimsel dergide yayın kurulu üyelikleri bulundu.

Türk Ocakları Hars Heyeti Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2008-2012 yılları arasında Hars Heyeti Başkanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babasıdır.

ESERLERİ:

Osmanlı tarihi ile ilgili toplam 5 adet telif, 5 adet editörlüğünü yaptığı kitap, 2 adet çeviri kitabı ile 60’ın üzerinde yayınlanmış bilimsel makalesi ve tebliği bulunmaktadır.

1.Osmanlı İmparatorluğunda Çözülme ve Gelenekçi Yorumcular
2.XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı
3.Söğüt’ten İstanbul’a-Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar (Der. O.Özel-M.Öz)




GÖRÜŞ

Birlik ve Beka
25 Mart 2013

Türk Ocakları'nın kuruluş yıldönümünde Genel Başkan Mehmet Öz'den anlamlı açıklama.

Türkiye, daha önce de belirttiğimiz gibi, kritik bir dönemeçten geçiyor. Bu süreçte Türk Ocakları olarak temel meselelere yönelik bazı açıklamalar yaptık. Öncelikle belirtmeliyiz ki, Türk Ocakları, hasbî bir tefekkür ocağıdır. Türk Ocaklılar için önemli olan şahsî, zümrevî ikbal değil milletin istikbalidir. Türk Ocaklı aydınların yegâne endişesi, Türk milletinin birliği, Türk devletinin bekasıdır. Türk Ocaklarının gayesi, millete hizmettir. Türk Ocaklılar siyasetin millete hizmet etmenin mühim bir yolu olduğunu takdir ederler. Ancak Türk Ocakları ilke olarak gündelik siyasî çekişmelerin dışında, siyasî partilerin arasındaki ve içindeki mücadelede eşit mesafede durmayı benimsemiştir. Mensuplarımızın, milliyetçi duruşla çelişmeyen siyasî tercihleri olması son derecede doğaldır ama Ocak faaliyetleri yüksek millî ülkümüz çizgisinde milletimizin tamamına hitap eder.

Türk Ocaklarının millî varlığa yönelik tehditler karşısında gösterdiği ilkeli ve sağlam duruş milletimizin bekası açısından son derecede önemlidir. İçinden geçtiğimiz bu hassas dönemde Türk Ocakları bu duruşunu net bir biçimde ortaya koymaya, bu vatanda oluşan millî kimliği zaafa uğratacak yaklaşımların tehlikelerine işaret etmeye, yetkilileri uyarı görevini yerine getirmeye, gençlerimizi ve milletimizi etnikçi dilin bölücülüğü karşısında tarih birliğimiz ve ortak geleceğimiz konusunda şuurlandırmaya devam etmektedir. Yaptığımız ikazların gayesi, atılabilecek hatalı adımların doğuracağı tehlikeleri yöneticilere ve millete hatırlatmaktır.

İçinde bulunduğumuz süreçte Türkiye’yi yaklaşık 30 yıldır uğraştıran terör belasının defedilmesi için sarfedilen çabalar karşısında tereddüt izhar edenlerin kanın durmasını istemediği ifade ediliyor. Çatışmadan beslenen karanlık odaklar dışında vicdan ve aklıselim sahibi hiçbir kimsenin terörün sona erecek olmasından rahatsızlık duyması sözkonusu olamaz. Bizleri endişeye ve karamsarlığa sevkeden, terör örgütü liderinin müzakerede muhatap alınması ve terörle sonuç alındığı izlenimi yüzünden millî bünyede meydana gelecek zafiyettir. Yeni anayasada etnik bölücülüğe verilecek tavizler, Türk milletinin adının vatandaşlık tanımında anılmama ihtimali bu endişeyi daha da arttırmaktadır.

*********

Türk Ocakları Türk milliyetçiliği fikrine bağlıdır. Bu milliyetçilik başka milletlerin ötekileştirilmesine, onların hor ve hakir görülmesine dayanmaz. Bu milliyetçilik kendi milletini sevme ve yükseltme ve bu yolla da bütün insanlığa hizmet anlayışını benimser. Kendini bilmeyen başkasını bilemez. Kendisine ve yakın çevresine faydası olmayanların muhayyel bir insanlık adına barış, refah ideallerini savunması tam bir garabet örneğidir. Türk milliyetçiliği Batıda ortaya çıkan ırkçı ve yabancı düşmanlığını esas alan yaklaşımlarla taban tabana zıttır. Müslümanlıkla yoğrulmuş Türk kültürüne dayanan milliyetçiliğimiz ırkı ya da kafatasını değil mensubiyet duygusu ve şuurunu temel alır. Bunların, özellikle içinden geçtiğimiz bu süreçte çok iyi anlaşılması lazım.

Şu hususu da ifade edelim: Herkes milliyetçi olmak zorunda değil. İlmî temeli zayıf, büyük ölçüde konjonktürel siyasî hedeflere hizmet için yazı yazan sözde kanaat önderlerinin kamuoyu oluşturduğu bir ortamda ilmî açıdan farklı görüşler ileri sürenleri de anlayışla karşılamalıyız. Ancak, karşı görüşleri, dayanaklarını irdelemeksizin kolaycı bir yöntemle ve suçlayıcı bir tonla “milliyetçi, ulusalcı, ırkçı” vb. şekilde adlandırarak tartışma dışı bırakan yeni dönemin gözde –bir kısmı sözde- aydınlarının bu tavrının hasbî, samimi bir tavır olduğuna inanmak mümkün değildir. Bu tür gazeteci/bilim adamı etiketli kişiler kendilerine biçilen bir rolü ya da kendilerinin bilemediğimiz saiklerle kendilerine biçtikleri bir rolü oynamak için gerçeği tahrif etmekten hiç sakınmıyorlar. Bunların bir kısmı karakuşi hükümlerle millî devletin ve milliyetçiliğin sona erdiğini ilan ediyorlar. Bu hükümler onların serinkanlı ilmî araştırmalarının sonuçları değil, Türklük ve milliyetçilik antipatilerinden kaynaklanan aceleciliklerinin tezahürleridir.

Türklük ve Türkiyelilik kavramlarının anlam, muhteva ve kapsamları hakkında sadece milliyetçilerin değil, son dönemde bazı liberal ve muhafazakâr aydınların da büyük bir isabetle ve sağduyuyla ortaya koydukları görüşler (bunların bir kısmı web sitemizde yayınlanmıştır) ana akım medyada görmezden geliniyor veya hafife alınıyor. Türklük kavramının Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında işaret ettiği kapsayıcı muhtevanın daha sonra bazı uygulamalarla zedelenmesi, bu kavramın bugün bir etnisite düzeyinde algılanmasını asla meşrulaştırmaz. Türklük çok geniş bir kavramdır. Bu topraklarda vatandaşlık tanımının Türklük olması, tarihin ve kültürün ortaya koyduğu tabiî bir neticedir. Bunun dışında tarihî süreç içinde kavramın genişleme ve daralma dönemleri olmuş olabilir. Bunları tartışmak, açıklamak akademik yazıların konusudur. Bizim burada üzerinde durduğumuz husus, bu kavramın zedelenmesinin bu topraklarda yaşayan bütün insanlar açısından doğuracağı sakıncalardır.

*******

Türkiye’de köklü bir değişim yaşanıyor. Bunu dünyadaki gelişmelerden tecrit ederek anlamak mümkün değil. Türkiye, içine kapanarak, etrafındaki dünyayı kaale almadan bu değişime cevap veremez. Ancak, akıntıya kapılarak, küresel güç odaklarının biçtiği rolleri olağan ve sıradan gösterenlerin anlamaları gereken şu: Böylesine derin ve kapsamlı değişim dönemleri de eninde sonunda yeni bir güç dengesinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır.

Bugün dünyanın yaşadığı bu sancılı dönemde mağdurlar, oluk oluk kanları akıtılanlar esas itibariyle Müslümanlardır. Özellikle İslamcı geçinen okur yazar takımının bunu ıskalaması düşündürücü. İslam dünyasının duçar bırakıldığı küresel felaketin arkasında büyük güçlerin, yeni dönemde dengeleri Müslüman kanı üzerinden kurmasına karşı hangi tavır geliştirildi? Afrika’da, Irak ve Suriye’de, Afganistan’da ve diğer Müslüman topraklarında öldürülen Müslümanların medenî Batılılar nezdinde pek bir önemi yok. İnsaniyetçi ve liberal aydınlarımız da nedense bu konularla pek ilgilenmiyor. Suriye denince çoğunun aklına orada da tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi Kürtlerin kurabileceği özerk bölge geliyor. Bunun heyecanını duyanlar, içinden geçtiğimiz tarihî sürecin aslında bizatihi Kürtleri Orta Doğu coğrafyasında maruz bırakabileceği yalnızlığı göremiyor. Bu coğrafyada beraber yaşayan Araplar, Farslar ve diğer milletler ve etnik gruplarla Kürtlerin arasına derin bir husumetin girmesinin kimseye yaramayacağı kesin. Batılı güçlerin Kürtlere karşı hayırhah bir siyaset izlediğini zannetmek de en hafif deyişle saflıktır. Böl ve yönet ilkesinin bir kez daha coğrafyamızı “dizayn” etme peşinde olduğunu idrak edememek ise düpedüz hamakattir.

Bu coğrafyanın siyasî hayatına bin yıldır yön veren Türk milleti, tarihinin verdiği güçle bu coğrafyanın geleceğinde de belirleyici olacaktır. Bunun için elzem olan şartların başında Müslümanlıkla yoğrulmuş Türklüğün bu toprakların bin yıllık kuşatıcı ve kapsayıcı kimliği olduğunun şuuruyla vahdetimizi, birliğimizi muhafaza etmek gelir. Terör sorununu çözmek adı altında Türk milletini telafisi imkânsız bir şeklide bölmenin tehlike ve sakıncalarını başta iktidar sahipleri olmak üzere herkes iyi anlamak durumundadır. Medyanın yoğun propagandasının millî hassasiyetleri törpülemesinin yol açabileceği sakıncalar da cabası. Şunu da vurgulamak gerekir ki, Türkiye’nin bir terör örgütünün rehinesi gibi görülmesi veya gösterilmesi milleti derinden yaralamaktadır. Siyasî istikrar ve ekonomi açısından güçlü göründüğümüz bir dönemde bunların yapılması ise endişeleri arttırmaktadır.

Milletimizin adının, anayasasından çıkarılmasının söz konusu olduğu bugünlerde, Türk Ocakları olarak millî birliğimize ve millî devletin bekasına halel gelmemesi için, bu topraklarda yaşayan bütün insanların eşit ve onurlu yurttaşlar olarak Türk Milletinin mensupları olduğunu ısrarla vurgulamaya devam edeceğiz. Millet, milliyet ve milliyetçilik tartışmalarıyla Türklük kavramının itibarsızlaştırılmasına yönelik kampanya karşısında tarihî ve kültürel Türklüğün birleştirici mahiyetinin önemi açıktır. Bu süreçte, ırkçı ve etnikçi söylemlerin tuzağına düşülmemesi için Türkiye coğrafyasındaki bin yıllık ortak geçmişin ve o temelde inşa edeceğimiz ortak geleceğin mana ve önemini de aynı derecede idrak etmemiz zaruridir. Bahusus, siyasî veya kültürel platformlarda millî kimliği ve milliyetçiliği savunanların birlik dilini özenle muhafaza etmeleri ve Türklüğü etnikliğe indirgeyenlerin tuzağına düşmemesi şarttır.





GÖRÜŞ

“Çözüm Süreci” ve Türkiye’nin Geleceği
Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz
17 Temmuz 2013

Türkiye kanayan bir derin yarayı tedavi etmeye çalışıyor. Yöneticilerimiz hastalığı teşhis ettiklerine derinden inanmış, tedavi yolunu da bulduklarından emin. Ancak yaranın derinliğinden dolayı ameliyat sırasında bazı komplikasyonlar olabileceğinin de farkındalar.

Otuz yıldır Türkiye’nin başına bela olan terör problemi elbette ki sadece terörden ve bölücü zihniyetten kaynaklanmıyordu. Doğu ve Güneydoğunun toplum yapısı, geçmişten intikal eden bir takım yaralar ve bunların üzerine de 12 Eylül yönetiminin hamakati eklenince PKK neşvünema bulacağı ideal zemine kavuşmuş oldu. Bilahare takip edilen politika (!) ve uygulanan yöntemler de büyük ölçüde terörün azmasına, bölge insanının kısmen de olsa devletle mesafesinin açılmasına sebep oldu. Ama çok şükür ki millet bazında bir ayrışma hiçbir zaman olmadı ve inşallah da olmayacak.

Teröre karşı yürütülen etkili mücadele ile Suriye’den kaçmak zorunda kalan terör örgütü liderinin Türkiye’ye teslim edilmesiyle yeni bir süreç başladı. Esasen 1991’de ABD’nin Irak’a ilk müdahalesinin kuzey Irak’ta temellerini attığı oluşumun da bu süreçte önemli bir payı oldu.

1990’larda başlayıp 11 Eylül 2001 saldırılarıyla dünyanın gündeminin merkezine oturan İslamofobya ve medeniyetler çatışması paradigması, Ortadoğu’da İsrail’in yeni müttefiki olarak bir Birleşik Kürdistan projesini de bu denklemin ana bileşenleri olarak görmek gerekiyor.

Türkiye’nin 2003’te Irak’a yapılan ikinci müdahaleye katılmaması veya karışmasının ustaca engellenmesi de Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölge Yönetimi oluşumunu ve PKK’nın Kandil’de mekân tutmasını kolaylaştırdı.

Terörün neredeyse sıfırlandığı 2000’lerin başlarında, Türkiye AB yolunda birçok demokratikleşme paketini yasalaştırdı, olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıştı. Ancak daha sonra yeniden başlayan terör eylemleri dönem dönem büyük infiallere yol açtı. Buna rağmen hükümet demokratikleşme paketlerini devam ettirdi. Özellikle de son yıllarda bir açıdan bakıldığında, Kürtçe devlet televizyonu kanalı, ana dilde savunma hakkının yasalaştırılması(ki zaten mevcut bir uygulama idi), belediyelerde iki dilliliğin fiilen uygulanması vb. PKK’ya taviz olarak yorumlanabilecek bir dizi adım attı veya bunlara göz yumdu. Buna rağmen sürekli tırmanan şiddeti sona erdirmek için son dönemde PKK’nın İmralı’daki önderi ile başlatılan müzakerelerle bir “çözüm ve barış süreci” başlatıldı.

Bu süreç çerçevesinde teşkil edilen “âkil insanlar” heyetleriyle yedi bölgede halkın nabzı tutulmaya, daha doğrusu toplum bu konuda ikna edilmeye çalışıldı. Özellikle doğu (ki o doğuda PKK’ya ve ayrılıkçılığa tamamen karşı olduğu iyi bilinen yerler olmasına rağmen) ve güneydoğu heyetlerinin raporlarındaki “toplumsal talepler”in PKK-BDP’nin talepleriyle birebir örtüştüğü dikkatten kaçmadı. Diğer bölgelerin bazılarında “Türk” hassasiyetine dikkat çekildiği de oldu. Böylece âkıl insanlar eliyle de toplumdaki ayrışma bir anlamda tescil edildi. Gerçi çok küçük bir azınlık dışında kimsenin bölünmeyi istemediği ısrarla vurgulandı ama önerilen çözümlere bakılınca “bu nasıl bölünmeden birarada yaşamak ?” sorusunu sormamak imkânsızdı.

Kimsenin ayrıntılarını kesin olarak bilmediği, sadece tahminler yürütebildiği çözüm planının PKK ile pazarlık içermediği en yüksek makamlar tarafından temin edildi. Ne var ki son dönemde PKK-BDP bloku tarafından yapılan açıklamalara, PKK’nın Irak’a çekilmede ayak sürümesi, tam tersine yeni eleman devşirme, küçük çapta da olsa adam kaçırma, şantiye basma, halkı kışkırtarak karakol yakma, mezarlık açma töreni icra etme gibi provokatif eylemlere bakıldığında “çözüm süreci”nin netameli bir aşamaya geldiği havası alınıyor. İmralı sakininin kendi özel durumu dolayısıyla süreci sonuna kadar götürme niyeti olduğunu ileri sürenler, daha işin başında “eğer bu gerçekleşmezse ben karışmam, büyük bir savaş başlar” yollu tehditlerini hatırlamıyorlar ya da hatırlamamızı istemiyorlar.

Çözüm sürecinde toplumu iknada kullanılan en önemli argüman artık anaların ağlamayacak, yeni şehitlerin gelmeyecek olmasıydı. Buna vicdan sahibi hiçbir kimsenin itiraz etmesi mümkün değildi. Ne var ki, uluslararası bağlantıları, ekonomik organizasyonu ve militan yapısı ile devasa bir örgüt olan PKK’nın manevi önder konumundaki Öcalan’ın talimatlarını harfiyen yerine getireceğinden, çevremizdeki güçlerle küresel güç odaklarının bu denklemden kolayca dışlanabileceğini düşünmek sağlıklı değildi.

Nitekim son gelişmeler Türkiye’nin Suriye politikasında olsun Mısır’da olsun büyük ölçüde yalnız bırakıldığına ya da daha doğru bir ifadeyle “kendi sınırlarını bilmesi” için ikaz edildiğine işaret ediyor. Suriye’nin kuzeyinde Kuzey Irak benzeri bir yapılanmanın hızla teşekkül etmesi başlangıçtan beri işaret ettiğimiz dört parçalı Kürdistan projesinin yürürlükte olduğunu gösteriyor.

En başta böyle bir sürecin başlatılmasının hata olduğunu vurgulamıştık. Böyle bir çözüm sürecine karar verildikten sonra Türkiye’nin en önemli hatası, örgütün silah bırakmadan ülke dışına çıkması gibi bir formülü kabul etmesi olmuştur. Silah bırakma şartının olmayışı, örgütün ülke içindeki unsurlarının serbestçe hareket etmesini, güvenlik güçlerinin bunlara müdahale etmemesini beraberinde getirdi. Bütün bu manzara Türk devletinin gündeydoğuda, İçişleri Bakanının da ifade ettiği gibi, “paralel bir devlet yapılanması” ile karşı karşıya gelmesine yol açtı.

Son gelişmeler etnik meselenin hallinin giderek daha zorlaştığını gösteriyor. Çözüm sürecinin çözülmeye yol açmaması için bundan sonra vahim sonuçlara yol açacak hatalar yapılmaması gerekiyor. Burada en önemli birkaç hususu vurgulayalım:

Devlet, PKK terörünün başarıya ulaştığı intibaını kökleştirecek uygulamalara bir an önce son vermelidir. Devlet, kim olursa olsun, etnik veya mezhep kökenine bakmaksızın bütün yurttaşlarına eşit mesafede dururken bölünmeye yol açacak uygulamalara prim vermemelidir. Bazı âkıl insanlar öteden beri devletin zamanında atmadığı adımların maksimalist taleplere yol açtığını söylüyor. Terör örgütü eylemlerine devam ederken atılan adımların hiçbir değerinin olmadığını Türkiye tecrübesi yeterince gösteriyor. Eğer Türkiye 2000’lerde atılan adımları atmamış olsaydı bugün öz savunma birlikleri gibi küstahlıklarla karşılaşmayabilirdik.

Silahlı terör örgütünün tehdidi altında ulaşılabilecek bir çözüm yoktur ve olamaz. PKK, KCK yapılanmasıyla toplumun hücrelerine nüfuz ederken kendi silahlı gücünü de Demokles’in kılıcı gibi tutuyor. Türkiye’nin etnik fitneyi sonlandırmasının ilk ve en önemli adımı nasıl olursa olsun silahlı tehdidin ortadan kaldırılmasıdır. Eğer demokratikleşme paketleri açılacaksa ancak bundan sonra ayrışma ve bölünmeye yol açmayacak bir muhteva ile bunlar gündeme gelmelidir. Aksi takdirde, bugüne kadar yapılan bazı “açılım”lar gibi bundan sonra atılacak adımlar da hep PKK’nın başarı hanesine yazılacak, bir sonraki aşamada daha ileri talepler seslendirilecektir.

Nitekim son günlerde çok yüksek sesle olmasa da medyada, KCK’nın izleyeceği yola ilişkin “tutum belgesi”nde yer alan tehditkâr ifadeler, PKK’nın geleceğe yönelik tasavvurları yer aldı. Belgede, müzakerelerin ikinci aşamaya geldiği halde AKP’nin gerekli adımları atmadığı ifade ediliyor. BDP sözcülerinden de sıkça duyduğumuz bu şikâyetler “ortada bir pazarlığın olmadığı” iddiasını boşa çıkarıyor. PKK yöneticileri her ne kadar A. Öcalan’ın yol haritasına bağlı olduklarını ifade etseler de AKP üzerinde siyasî baskı oluşturmak için toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi ve halk isyanları için örgütsel çalışma yapılması kararının anlamı çok açıktır. Yine “çeşitli güçlerden gelebilecek saldırılar karşısında gerillanın aktif savunmaya her an hazırlıklı olması”nı geri çekilme, silahların susması, silahlı mücadele döneminin bitmesi ile bağdaştırmak ise herhalde sadece Türkiye’nin âkil insanlarına has olsa gerek.

Şurasını da açıkça ifade edelim: Salt iktidar yıpransın diye malum sürecin başarısız olmasını isteyenler olabilir ama bunlar, önceliği vatan ve millet olan Türk milliyetçileri değildir. Gündelik siyasetin dışında yer alarak Türk-İslâm âleminin yücelmesi yolunda, millî kültüre, milletin birliğinin devamına ve devletin bekasına hizmeti şiar edinen Türk Ocakları, baştan beri bu planın sakat olduğunu, vahim sonuçlar doğurabileceğini ikaz etti. Yukarıda işaret edilen gelişmeler ikinci bir Habur vakasının ihtimal dahilinde olduğunun basında dillendirilmesine yol açmıştır. O bakımdan, sürece dair dile getirilen eleştirel görüşlerin hepsini kanın durmasını istemeyenlere atfetmek, insafsızlıktan öte gerçekliği görmemektir.

Son dönemde özellikle bazı âkil insanlar ve kanaat önderlerinin oluşturduğu dil, ne yazık ki bütünleşmeye değil bölünmeye ve ayrışmaya hizmet etti. Toplum Türk-Kürt, Alevi-Sünni olarak ayrıştırılıyor. Türklerle Kürtlerin barışmasından dem vuranlar otuz yıldır devam eden şiddete rağmen bu toplumun etnik bir kavgaya asla itibar etmediğini göz ardı ediyor. Bütün tahribata rağmen hâlâ sosyal, ekonomik, kültürel açıdan büyük ölçüde bütünleşmiş bir milletiz. Psikolojik operasyonlarla bu milleti etnik temelde ayrıştırma gayretlerine son verilmelidir. Suriye politikası ve Gezi olayları vesilesiyle Alevi meselesinin de bir çatışma unsuru haline getirilmek istendiği açık bir şekilde ortaya çıktı.

Bu çevrelerin en çok tahrip ettikleri kavramlardan biri de devlet kavramıdır. Devletsiz olmanın, boyunduruk altında yaşamanın ne olduğunu bilmeyenler için her hadisede devleti suçlamak rahatlatıcı olabilir. Ceberrut, milleti hakir gören, Jakoben bir anlayışı tasvip etmek asla mümkün değildir. Ancak, unutulmamalı ki, kişilerin ve yöneticilerin hatalarından hareketle devlet kavramının ve kurumunun yıpratılması ülkeyi ve milleti zaafa düşürmekten başka bir netice hasıl etmez.

Sağduyu sahiplerine, vatanını, insanını düşünenlere düşen, birlik dilini güçlendirmektir. Sadece sözde değil fiilde de bütün yurttaşları kucaklayıcı bir tavır geliştirmektir. Bunu etnik ya da mezhebî köken ayırmadan yapmaktır. Farklılıklarımız olsa da hepimizin birlikte Türk milleti olduğu gerçeğini kuvvetle dillendirmek, anlatmaktır.

Anayasa çalışmalarında, yetersiz bir düzeyde olsa da, üç partinin Türk milleti kavramında mutabık kalması, Cumhurbaşkanımızın Türk devleti vurgusu ana çerçevemiz olmalıdır. Üniter, millî devlet yapımızı zamanın ruhuna uygun bir şekilde geliştirerek muhafaza etmeliyiz. Eğitim öğretim alanında atılacak adımlara son derecede dikkat edilmelidir. Başbakan düzeyinde ana dilde eğitim olmayacak denilmesine rağmen iktidar partisinin önde gelen mensuplarının bunu bir insan hakkı olarak savunması haklı endişelere yol açmaktadır. Herkesin ana dili saygındır, öğrenilmeli ve öğretilmelidir. Ne var ki, ülke bütünlüğü ve millet birliği açısından temel eğitim dili ülkenin millî dili olmalıdır. O da, herkesin çok iyi bildiği gibi, bu topraklarda tarihin bir sonucu olarak Türkçedir.

Bu hassas dönemde Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekası için hepimize önemli görevler düşüyor. Son açıklamalar Türkiye’nin yeni bir şiddet dalgası ve toplumsal olaylar silsilesi ile karşı karşıya kalabileceğini ima ediyor. İktidar ve muhalefet partilerinin lider ve yöneticilerinin böyle bir hassas ortamda birbirlerine karşı kullandıkları özensiz ve tehlikeli üsluplarını değiştirmeleri, devlet kurumlarının “süreç”in başlangıcında ve devamında yaptıkları hesaplarını gözden geçirip alternatif planlarını iyi tasarlamaları elzemdir.




HABER

İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni Düzenlendi
3 Ekim 2013

Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri İsen: "Gelecek sene Türk liderlerinin zirve konusu, 'Türk dünyasının turizm problemleri' olabilir" Türk Ocakları Genel Başkanı Öz: "Türkiye, Türk dünyası ve Osmanlı hiterlandı ile ilişkilerini çok dengeli ve paralel bir şekilde yürütürse kendi barışı açısından hem çevredeki barış açısından hem de bütün insanlık açısından bu önemli sonuçlar doğuracaktır"
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Mustafa İsen, gelecek yıl Türk Konseyi Zirvesi'nin konusunun, "Türk dünyasının turizm problemleri" olmasını önerdi.

Türk Ocakları Genel Merkezince Cumhurbaşkanlığı himayesinde 3 Ekim Türk Günü dolayısıyla İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni Sempozyumu düzenlendi.

Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri İsen, bu günün Türk dünyası için önemine işaret etti. Daha çok gelişmiş ülkelerde bu tarz günlerin olduğunu belirten İsen, devletlerin işin mevzuatıyla ilgili boyutunu çözdüğünü, sivil toplum kuruşların ise daha geniş kitlelerin bilgilendirilmesi için önemli roller üstlendiğini dile getirdi.

Türk Ocaklarına katkılarından dolayı teşekkür eden İsen, "Gelecek sene Türk liderlerinin zirve konusu, 'Türk dünyasının turizm problemleri' olabilir" dedi.

İsen, dünyanın bu yıl asrın olayı sayılabilecek çok önemli bir gelişmeye tanık olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:

"Önümüzdeki günlerde 29 Ekim'de Marmaray açılacak. Marmaray ile aslında Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun da açılması bekleniyordu, planlanan oydu ve bununla birlikte Pekin'den kalkan bir tren herhangi bir kesintiye uğramadan Londra'ya kadar gidebilecek bir imkan elde ediyordu. Bu 1 yıl gecikmeyle olacak. Mesela geçtiğimiz bir yıl içinde Kazakistan'da bin kilometrenin üstünde demiryolu inşa edilmiştir. Yani Orta Asya'ya çok önemli yol yatırımları var. Bunun arkasında ticaret var, sanayi var, kültür var, ulaşım ve başka türlü faaliyetler var."

-"Türk dünyası, dünyanın en önemli güçlerinden birisi"

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz ise Alparslan Türkeş'in katkılarıyla yapılan Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Zirve Toplantılarının Türk dünyasının bir birini tanımasında büyük rolü olduğunu söyledi.

Yaşanılan olumsuz olaylara rağmen iyi anlamda mesafe aldıklarını vurgulayan Öz, "3 Ekim 2009 Türk dünyası açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Daha önce kurulan bir takım kuruluşlarımız var. Bu gibi kuruluşlar tabii ki önemli katkılar verdiler ama Türk Konseyinin kuruluşunu bir dönüm noktası olarak değerlendiriyorum" ifadesini kullandı.

İlki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ev sahipliğinde gerçekleştirilen Türk Konseyi Zirvesinin sonuncusunun, 16 Ağustos'ta Azerbaycan'da yapıldığını hatırlatan Öz, "Orada sayın Cumhurbaşkanımız Türk dünyasının potansiyeline dikkat çeken bir değerlendirme yaptı. Gerçekten de Türk dünyası, bugün dünyanın en önemli güçlerinden birisi olma potansiyeline sahiptir. Kardeş devletlerin toplam gücü dünyada alan bakımından 7'nci, nüfus bakımından 9'uncu ve toplam gelir bakımından 13'üncü sıradadır. Bu hakikaten önemli bir potansiyel olarak önümüzde durmaktadır" diye konuştu.

"Türkiye, Türk dünyası ve Osmanlı hiterlandı ile ilişkilerini çok dengeli ve paralel bir şekilde yürütürse kendi barışı açısından, hem çevredeki barış açısından, hem de bütün insanlık açısından bu önemli sonuçlar doğuracaktır" diyen Öz, şunları kaydetti:

"Türk Ocakları olarak biz bu bakımdan 3 Ekim Türk Günü'ne özen arz ediyoruz. Türk dünyasının dilde aynı zamanda gönülde, fikirde ve işte birliğini pekiştirecek çabaları gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Biz bir kültür ve fikir ocağı olarak buna tefekkür bazında tabii ki katkıda bulunuyoruz. Hem geçmişimiz hem bugünümüz burada değerlendirilecek hem de bir gelecek perspektifini ortaya koyarak geleceğe dönük projelerimizi tartışacağız. Biz Türk dünyasının ve İslam aleminin birliği, dirliği için kültürel manada bu çabaları sürdürmeye devam edeceğiz."

Konuşmaların ardından Servet Somuncuoğlu'nun hatırasına, Ahmet Yeşiltepe'ye "Türklerin İzinde" belgeseli dolayısıyla plaket verildi.




GÖRÜŞ

Türklüğün Derin ve Kapsayıcı Manasını Anlamamak
Prof.Dr.Mehmet Öz
10 Kasım 2013

Öyle anlaşılıyor ki, bu ülkeyi 11 yıldır yöneten anlayış Türk kavramının bir etnisiteyi ifade ettiğine samimi olarak inanıyor. Kendisinin de Türk olduğunu ifade eden Sayın Başbakanın şu sözleri bu inancın açık bir delilinden başka bir şey değil:

“Özgürlükçü olmak, tüm milleti temsil etmektir. Demokrasiyi müdafaa etmek tüm milleti savunmaktır. Bir etnik milleti savunmak, milleti sevmek anlamına gelmez. Millet kavramının içinde Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abaza, Roman, Boşnak var. Ama siz bunun önüne bir etnik unsurun ifadesini koyarsanız olmaz. Türkiye Cumhuriyet vatandaşlığı çatısı altında hep birlikte toplanalım. Bir olduk, iri olduk, diri olduk, Türkiye olduk. Olay bu.”

Tarihin ve kültürün bir gerçeği olarak Türk olmanın, Türk kimliğinin saklanacak, “gocunulacak” bir şeymiş gibi takdimi en hafif ifadeyle hazin… Bu topraklarda bin yıldır Türk siyasî hâkimiyeti var. Hanedan devletleri döneminin anlayışı farklı idi ama dışarıda bu topraklara bakanlar bu coğrafyaya Türkiye yani Türklerin ülkesi adını verdiler. Bizim Devlet-i aliyye dediğimiz devletimizi onlar Türk İmparatorluğu olarak tesmiye ettiler. Etnik kökeni ne olursa olsun Osmanlı Devleti’nin yöneticilerini ve halkını Türkler olarak adlandırdılar. Sayısız belge, seyahatname, sefaret raporu, Türkler hakkında yazılmış kitapta geçen bu tespitler kolektif bir yanılgının ürünü değil, gerçekliğin birer ifadesiydi.

Bu topraklarda en azından XI. yüzyıldan itibaren Türk siyasi idaresi ve Türk kültürünün, XIII. yüzyıldan itibaren Türkçenin hâkimiyeti teessüs etmiştir. Devşirmeler devlet hizmetine alınınca Türkçeyi ve İslam dinini öğrenmeleri maksadıyla “Türk’e veriliyordu”. Devletleşme aşamasında Osmanlı padişahları kendi tarihlerini Türkî lisan üzere yazdırmaya önem veriyordu. Kadı mahkemelerinde, Arapların yoğun olduğu bölgeler dışında, mahkeme kayıtları Türkçe tutuluyordu. Modernleşme döneminde, gayrimüslim tebaaya bütün hakların verildiği bir dönemde hazırlanan anayasada (Kanun-ı Esasi’de) resmi dil Türkçe idi. Bunları uzatmak mümkün, ama burada önemli olan bu değil.

Türkiye’de bazı çevrelerde gözlenen bir durum var. Bu topraklarda yaşayan farklı etnik gruplara mensubiyetin ifadesi genellikle hoş görülürken yani Araplık, Arnavutluk, Çerkezlik, Kürtlük gibi kimliklerin ifadesi hoş görülürken nedense Türklük kavramına karşı bir alerjinin var olduğu intibaı ediniliyor. Tabii bunu herkese teşmil etmek yanlış ama Türk kavramını kullanmak ırkçılıkla eşdeğer addediliyor. Zaman zaman Türk milleti, Türk kültürü, Türk tarihi kavramlarını olumlu kullanan bazı siyasîlerimizin özellikle Doğu Anadolu’ya gittiklerinde Türklük kavramını Kürtlüğün karşısına yerleştirip etnik milliyetçiliğe karşı olduklarını ifade etmeleri tuhaf bir mantık örgüsüyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

İslam’da kavmiyet yoktur anlayışının, tarihî realiteyle de dinin esasıyla da bağdaşmayan siyasî ümmetçiliğin geçmişten intikal eden yükünü bir türlü atamayan siyasî hareketin bu tavrı, dış politikadaidealpolitik ile realpolitiğin dengesini kuramamasının da asıl sebebidir. Türkiye’nin önünde ciddi seçeneklerin bulunduğu bir çağda, Orta Doğu siyasetini Hamas ve İhvan’a endekslemek, sureta ilkeli bir duruş gibi görünse de Büyük Orta Doğu projesi, İran ve Suriye siyasetlerindeki yüzseksen derecelik dönüşler derinde başka bir unsurun, adeta fikr-i sabit haline gelmiş bir anlayışın tortularının yattığını ima ediyor. Türkiye, pek âlâ Türk Dünyası, Orta Doğu ekseninde ilişkilerini derinleştirirken yükselen küresel güçler arasındaki dengeleri de dikkate almalıdır. Gerçi Çin ile ilişkiler bir bakıma bunu gösteriyor ama bu Türkiye’nin Orta Doğu siyasetindeki bariz yanlışlarını örtmez.

Türkiye’nin yöneticileri şunu anlamalıdır. İslam tarihinde de Hristiyanlık tarihinde de bu dinlerin mensuplarının kurduğu devletler veya oluşturdukları siyasî hareketler diğer dinlerin mensupları karşısında olduğu kadar belki de daha fazla kendi aralarında çekişme ve çatışmalar yaşamıştır. Temenni düzeyinde inananların birliğini ve kardeşliğini arzu etmek, bunun için mücadele etmek son derecede doğrudur. Ama unutmayalım, sadece aynı din mensupları arasında değil dini ve milliyeti aynı toplulukların içinde dahi çatışmalar her zaman olmuştur. O halde bölgede barış istiyorsak önce bu gerçeği kabul etmeliyiz. Bilahare, millet ve milliyet gerçeğini, millî devlet formunun hâlâ geçerli devlet biçimi olduğunu hesaba katmalıyız. Bugünkü Türkiye’nin bin yıldır oluşum halindeki gerçekliğinin en temel unsurlarının İslam ve Türklük unsurları, Türkiye ve Türk milleti kavramlarının da bu tarihi oluşun tabiî neticeleri olduğunu anlamak lazımdır.

Dolayısıyla, bu ülkeyi yönetenler Türklük kavramının bir etnisiteye değil binlerce yıllık tarihe dayanan ve bu topraklarda da bin yıldır kesintisiz siyasî hâkimiyetini sürdüren bir millete tekabül ettiğinin idrakinde olmalıdır. Milleti oluşturan unsurlar arasındaki farkları ve çeşitliliği inkâr söz konusu değil ama sürekli farklılıkların altını çizerek müşterekleri muğlak ifadeler halinde bırakmak, ortak geçmiş, ortak değerler ve ortak gelecek tasavvurunun temel hususiyetlerini ıskalamak son derecede vahim sonuçlar doğurmaktadır. Bugün Türkiye’de alttan alta psikolojik bir ayrışma yaşanmaktadır. Hem Ak Parti hem de MHP seçmenlerinin hemen hemen aynı oranda en büyük korkuları olarak bölünme korkusunu belirtmeleri, âkillik katsayısı millet ortalamasının çok üstünde (!) olan görevli medya zevatının sandığı gibi bir paranoya ya da yanılsama değildir. Israrla vurguladığımız üzere bu vatanda yaşayan insanların gönüllerini ayrıştıran dilin sürekli tedavülde oluşudur mesele. Terör örgütü ile müzakere sürecinde şehit haberlerinin gelmemesinden memnun olmayanlar bu ülkede parmakla sayılacak kadar azdır ama terör örgütüne ve liderine sağlanan meşruiyet zırhının bölgede yarattığı psikolojinin zaman içinde ne gibi gelişmelere yol açabileceği de ciddi bir sorudur.

Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte tarihî bir yanılgı yaşanmaktadır. Türkiye’nin imar, inşa, ekonomik kalkınma, demokratikleşme ve büyümesi en ziyade bu ülkenin, bu milletin sevdalılarını memnun eder. Bu bağlamda Marmaray projesi, Türkiye ve Türk Dünyası açısından çok önemli olan Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu projesi vb. projeleri gururla karşılıyoruz. Türkiye’de gereksiz kutuplaşmalara, binlerce gencin hayatının kararmasına ve büyük mağduriyetlere yol açan başörtüsü meselesinin halli de milletimiz tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Türkiye’nin gerçek manada demokratikleşmesi, kendi kültür ve kimliğine sahip çıkarak bir dünya gücü haline gelmesi en başka milliyetçi düşünceyi benimseyenleri sevindirir. Zira milliyetçilik doğası gereği demokrattır, millî iradeye inanır.

Bununla birlikte, esefle müşahede ediyoruz ki, Türkiye büyüyecek, bölge gücü olacak beklentisiyle millî kimliği çözücü, etnik kimlikleri öne çıkarıcı, Türklüğün kapsayıcı ve ihata edici muhtevasını bir etnisiteye indirgeyici yaklaşım giderek fütursuzlaşmaktadır. Etnik bölücüleri tatmin için Türklükle ilgili sembollerin ve Türkiye Cumhuriyeti kimliğinin inkâr ve reddi giderek yaygınlaşmaktadır. Tarihin ürünü olan millet gerçeğini kimse değiştiremez. Lakin milletimiz huzur, barış kelimelerinin arkasına sığınılarak kimliğinin parçalanmasına ses çıkarmaması için bir psikolojik bombardımana tabi tutulmaktadır. Türk’üm diye başlayıp Ne Mutlu Türk’üm diyene ile biten andımızın kaldırılması, devlet nişanlarından T.C. ibaresinin kaldırılması, Siirt’ten sonra Diyarbakır’da da zaten bakımsız ve harabe hale getirilmiş Ne Mutlu Türküm Diyene yazılı üst geçit tabelasının birkaç kendini bilmezin alkışlarıyla tahrip edilerek kaldırılması bu topraklarda Türklüğü tasfiye etmek için fırsat kollayanları, Haçlı zihniyetini sevindirir. Peki varlığını 11-12 asırdan daha fazla bir süredir İslam dininin muhafazası ve yücelmesine adayan Türk milleti, Türk kimliği zaafa uğrayınca Müslümanlar, İslam âlemi huzura mı erecek?

Unutulmamalıdır ki, Türklüğü ve Türk milli kimliğini savunmak kesinlikle ırkçılık ve ayırımcılık değil tam tersine bu topraklarda birliği savunmaktır. İdarecilerimiz Moğol istilasından sonra dağılan birliği sağlamak için yaşanan uzun dönemi ve Osmanlılardaki fetret devrini öncesi ve sonrasıyla iyi tahlil etmelidir. Tarih, sıkça ifade edildiği ve inanıldığı gibi tekerrür etmez ama geleceği inşada ondan yararlanmayanların tarihteki hataların benzerlerini yaşama ihtimalleri her zaman yüksektir. Bu topraklarda var olmak için güçlü bir yönetim, birlik, adalet ve hoşgörü ilkelerinin ne kadar hayatî olduğunu, o tarihî tecrübe bize göstermektedir. Geleceği sağlıklı bir zeminde kurmanın, doğru bir gelecek tasavvuru ortaya koymanın yolu, ancak bu toprakların ve Türk milletinin derin tarihini anlamaktan geçer.




GÖRÜŞ

Millî İrade ve Demokratik Hukuk Devletinin Yeniden İnşası
Mehmet Öz
16 Ocak 2014

Türkiye’nin modernleşme sürecinde demokratik hukuk devleti idealinin hayata geçirilmesi büyük önem taşımıştır. Tarihî tecrübemiz, çekilen sıkıntılar, yaşanan krizler yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemini apaçık bir şekilde gözler önüne sermiştir. 17 Aralık 2013’te başlayan yeni süreç aslında uzun bir geçmişin yeni bir aşamasıdır. 1990’larda kutuplaştırılan Türkiye, 28 Şubat sürecinde adaletin ve hukukun katledilmesine sahne olurken laiklik maskesinin arkasına sığınıldı. Şimdi ise bir yandan yolsuzluk ve rüşvet öte yandan uluslararası komplo iddialarının çarpışma sesleri arasında hukuk devletinin temelleri sarsılmaktadır. 12 Eylül 2010 referandumu ile bağımsız ve tarafsız yargının getirileceğini ümid edenler fena halde yanılgıya uğratılmıştır. Bizzat Başbakanın ağzından, süreçteki yargılamalarda büyük hataların yapıldığı, başdanışmanın ağzından ise millî orduya kumpas kurulduğu iddialarının ortaya atılması hukuka ve adalete duyulan güveni derinden sarsmıştır.
Darbeci ve vesayetçi zihniyetin uygulamalarının hukuk çerçevesi içinde ele alınması, yargılanması tabiidir. Ne var ki, bu ülkede Genelkurmay başkanlığı yapmış, herhangi bir fiilî darbenin içinde yer almamış bir kişiyi, terör örgütü mensubu olmak ve o örgüt için faaliyet yapmakla suçlamanın akla, insafa ve iz’ana sığmadığını anlamak için bir başka operasyona mı ihtiyaç vardı? Ordunun hiyerarşik yapısı göz ardı edilerek yaş-kuru demeden pek çok asker yıllarca hapislerde tutulur, bir kısmı şaibeli delillerle mahkûm edilirken ses çıkarmayan bazı medya kalemşörlerinin yukarıdan gelen işaretle neredeyse “Ergenekon avukatlığı”na soyunması da bu ülkeye has bir garabet olsa gerektir.

Açık ve net olarak ifade edelim: Milletin değerlerine hasım bir kesim asker-sivil bürokrat ile onların iş ve basın dünyasındaki müttefiklerinin 28 Şubat öncesi ve sonrasında sergiledikleri tavrın, uyguladıkları siyasetin tasvip edilmesi, mazur gösterilmesi söz konusu değildir. Buna karşılık, terör örgütü mensubu milletvekillerine bile Meclise girmesinin yolu açılırken bugün hapiste yalnızca milliyetçi siyasî kimliğiyle bilinen bir milletvekilinin kalması, üstelik de o vekilin mahkûm olduğu davanın, 28 Şubat davası değil orduya kumpas olduğu iddia edilen bir dava oluşu millî vicdanı yaralamaktadır. Bütün bu işlerde aslolan hukuk ve adalet olmalıdır. Hukuku “keser gibi kendine yontan”ların yarın bir gün keserin de sapın da döneceğini akletmemeleri bir yana, temeli adalet, hak, merhamet ve insaf olan yüce dinimizi temsil iddiasıyla kamuoyunda arz-ı endam etmeleri son derecede düşündürücüdür.

“Paralel Devlet” Söylemi ve PKK-KCK

Şurası da dikkat çekici ki, bütün bunlar, Türkiye’nin başına yıllarca bela olan gerçek bir terör örgütü barış ve çözüm adına meşru muhatap konumuna getirilirken yapıldı. Böylece terör örgütü kavramı sulandırıldı ve PKK ve onun lideri masumlaştırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde PKK’nın özgürlük savaşı yaptığı iddia edilebildi. Vatanın doğu ve güneydoğu bölgeleri bir başka ülke imiş gibi adlandırılarak ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesi ayaklar altına alındı. Bu ülkenin ordusu zaafa uğratılırken PKK ve KCK, ilan ettikleri sözde Kürdistan’da hayalî veya tartışmalı değil gerçek bir paralel devlet uygulamasını gerçekleştirdi.
Etnik fitnenin söndürülmesi gayesiyle başlatıldığı söylenen ama bizim en başlangıçta çözüm değil çözülme getireceğini ihtar ettiğimiz malum süreç maalesef bölücü fikirlerin tatbik sahasının genişlemesinin de gösterdiği üzere endişelerimizi doğrulamaktadır. Diyarbakır’da ortaya çıkan tablo, Kürtçenin fiilen ikinci resmi dil haline getirilişi, büyükşehir yasasısının takip edecek uygulamalarıyla birlikte özerkliğe doğru gidişi hızalndırmaktadır. Öcalan’ın bütünlük nutukları, süreçte edinilen kazanımların kaybedileceği korku ve endişesini örtmeye matuf retorikten ibarettir.
Öcalan’ın şu sözleri “çözüm süreci”nin hangi beklentilerle desteklendiğinin çok açık bir ifadesidir: "Artık süreç ciddiyetsizliği ve hukuksal çerçeveden yoksunluğu kaldıracak durumda değildir. Darbecileri teşhir etmenin en etkili yolu, oraya cesur bir demokratik müzakere programı koymaktır. Bugüne kadar türlü gerekçelerle ötelenen yasal düzenlemelerin tam da zamanı bugündür." Bu beklenen yasal düzenlemelerin ne olduğunu kamuoyu bilmiyor. O zaman insan şunu sormadan edemiyor: “Analar ağlamasın” retoriğiyle PKK’nın hedeflerine savaşmadan varmasının yolları mı döşeniyor? Dolayısıyla, bugün bütün bu yaşananlardan en ziyade memnun ve kârlı olan kesim PKK-KCK-BDP cephesidir.

Mülk’ün Temeli Adalet veya Hukuk Devleti

Kadim devlet anlayışımızın temelinde yer alan daire-i adalet (adalet dairesi, çemberi) kavramına göre, “adalet olmazsa halk huzur ve refah içinde olmaz; halk huzursuz olursa üretim aksar dolayısıyla hazine zarar görür; hazine iyi olmazsa güçlü bir ordu muhafaza edilemez; güçlü bir ordu olmadan devleti ayakta tutmak, ülkeyi korumak mümkün olmaz; sağlam bir devlet yapısı olmadan da adaleti sağlamak imkânsızdır.” Yani hem devletin sağlamlığı adalete bağlıdır, hem de adaleti gerçekleştirmek için sağlam bir devlete ihtiyaç vardır. Devlet sağlam bir şekilde varlığını idame ettirmezse orada adalet de düzen de kalmaz. Devleti oluşturan unsurların ahenk içinde olmadığı, paralel devlet iddialarının devletin tepesindeki yöneticiler tarafından dile getirildiği bir ortamda ne hukuk devleti ne de adalet olur; onlar olmadığında da halkın refah ve huzurundan bahsedilemez. Kısacası adalet, mülk’ün yani ülkenin, rejimin, yönetimin temelidir.
Bu kadim ve evrensel düsturu asla hatırdan çıkarmaması gereken makam sahiplerinin özensiz ve fütursuz beyanları devlet kavramının ve kurumlarının tahribine yol açmaktadır. Türk milleti tarihinde devletsiz yaşamamıştır. Hanedanlar, yönetimler yıkılsa da devlet-i ebed-müddet ayakta kalmıştır. Ne var ki kriz (fetret) dönemlerinde ağır yaralar alınmıştır. Bugün de, içinden geçtiğimiz hassas buhranı mümkün olan en az zararla atlatmamız için herkesin akl-ı selime avdet etmesi; milletin birliği ve devletin bekası için yapılan eleştirilerin siyasî iktidar tarafından layıkıyla anlaşılması, toplumu ayrıştırıcı bir dil yerine birlik dilinin yeniden inşası için çalışılması elzemdir.

Yine bu bağlamda ifade edilen “devlette şerik olmaz” sözünün tarihî bağlamına da iyi dikkat edilmelidir. Bu, Osmanlılarda “saltanat şerik kabul etmez” şeklindeydi. Modern demokratik cumhuriyette ise devlet, kurumlar ve kurallar bütünü olarak anayasa, yasalar ve diğer mevzuata göre idare edilirken kuvvetler ayrılığı temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu ilke çerçevesinde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hayatî önem taşır. Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan yargılama faciaları (27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbeleri sonrasındakiler başta olmak üzere) hukuk devletinin kolayca kurulup yaşatılamadığını ortaya koymuştur. Bugün yaşanan süreçte ise yine ak-kara, iyiler-kötüler kutuplaşması yaratılarak akl-ı selim, itidal ve adalet kapı dışarı edilmektedir; yargı yeniden bir kaosa sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Millî iradenin tecelligâhı olan Meclise, devletin birliği ve bütünlüğünü temsil eden Cumhurbaşkanımıza bu yüzden önemli görevler düşmektedir.

Türkiye’nin Tarihî Misyonu ve Türk milliyetçileri

Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Japonya seyahati sırasında Türkiye’nin küresel veya bölgesel güç olma gibi bir gayesinin olmadığını açıklamak durumunda kalması yeni bir döneme girildiğinin bir başka göstergesidir. Sayın Başbakan bir soru üzerine aynen şunları söylemiştir: "Türkiye'nin bölgesel veya küresel bir güç olma gibi bir hedefi yoktur. Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslar arası camiada bir yere oturtuluyor. Diğeri hırs olarak tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir. Bizim böyle bir hırsımız yok.” Bu sözleri işiten, okuyan herkes herhalde son birkaç yıldır yaşanan dış siyaset hatalarının artık kabul edildiğini düşünmüştür. Ama mesele sadece bundan mı ibaret? İnsanın aklına ister istemez, 17 Aralık süreci karşısında küresel güç odaklarına mesaj verme kaygısı mı var sorusu da geliyor. İçinden geçtiğimiz kritik dönemeci tahlil ettiğimiz geçmiş yazılarımızda Türkiye’nin bir yandan “realpolitik şartları ve dengeleri” dikkate alması ama öbür yandan da uluslararası girişimlerde “kendi aklımız ve tarihî misyonumuz” doğrultusunda hareket etmesi gibi iki temel ilkenin altını ısrarla çizmiştik.
Gelinen noktada bu ciddi devlet krizinin aşılması için millî iradenin ortaya konulmasına ihtiyaç var. Türkiye’de bunu bihakkın yapacak unsurlar mevcuttur. Türkiye, ciddi bir devlet geleneğine sahiptir. Sayın Cumhurbaşkanına, Meclisteki partilerin liderleri ve milletvekillerine düşen sorumluluk büyüktür. Millî iradeyi küçümseyen, halkı potansiyel tehdit olarak gören anlayış geriletilmiştir ancak millî irade ve hukuk devleti kavramının gerçek manasını yeterince anlayamayan bir zihniyet hâlâ devam etmektedir. Türkiye’de demokrasiye, hukuka ve millî iradeye bağlı, millî ve yerli en sağlam güç odağı Türk milliyetçileridir. Siyasetçisinden bürokratına, ilim adamından sanatçısına bütün Türk milliyetçileri, Türk ve dünya tarihinin bu kritik döneminde Bilge Kağan’ın hitabına can ü gönülden kulak vererek titreyip kendilerine dönmelidir. Türkiye, bu buhrandan şu veya bu şekilde çıkacaktır. Ancak neticenin, küresel odakların arzuları istikametinde sinmiş ve kabuğuna çekilmiş bir Türkiye mi yoksa icazetini onlardan değil tarihinden ve imanından alan bir kadronun önderliğinde Türk dünyasına ve paramparça edilen İslam âlemine gerçek manada örnek olacak bir Türkiye mi olacağına Türk milliyetçilerinin alacağı tavır karar verecektir.

* * * * * * * * * *

Özetle ifade etmek gerekirse, 17 Aralık operasyonuyla başlayan gelişmeler, hükümete yakın çevreler tarafından içeride ve dışarıda Türkiye’yi yeni bir dizayna tabi tutma çalışmalarının bir tezahürü olarak yorumlanmaktadır. Bununla birlikte, ortaya atılan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerine yargı ile hükümet arasında yaşananlar her şeyin bir iktidar kavgasının aracı haline getirilmesi, hukuk devleti kavramının asgarî gereklerinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmuştur. Türk Ocakları için bu çatışmadan kimin galip çıkacağı değil, bu kavganın Türk milleti açısından doğuracağı netice önemlidir. Türk Ocakları ve Türk milliyetçileri bu kaotik ortamda Türk devletinin bağımsızlığını, Türk milletinin hukukunu, hukuk devletini, adaleti ve emaneti ehline vermeyi düstur edinen ilkeli bir duruş sergilemek durumundadır.






GÖRÜŞ

Türkiye’nin Fetret’ten Çıkış Yolu
Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz:
22 Şubat 2014

Türkiye iki aydır yolsuzluk ve rüşvet soruşturması olarak başlayıp bir anda “paralel devletin darbe girişimi”ne dönüştürülen bir süreci yaşıyor. Düne kadar içiçe, birlikte hareket eden iktidar partisi ile “hizmet” cemaati arasında, aslında birkaç yıldır varolan gerilimin suyüzüne çıktığı bu süreçte hukuk devleti kavramı derin bir tahribata uğradı. 2000’li yıllara damgasını vuran Balyoz, Ergenekon vb. davaların “millî orduya kumpas” olduğunu dillendiren iktidar partisi, bu süreçteki sorumluluğu neredeyse tamamen “cemaat yargısı”na yüklerken toplumda adeta onbir-oniki yıldır iktidarda başka bir parti varmış intibaı uyanıyor. “Hizmet hareketi”nin yayın organı olarak bilinen medyada ise düne kadar neredeyse eleştiriden muaf ve masun tutulan iktidarın “bulaştığı rüşvet ve yolsuzluklar” yeni keşfedilmiş, iktidarın otoriterleşmesinin yeni farkına varılmışçasına yayınlar yer alıyor. Aslında bütün bunların anlaşılır yanları var. Tarihinde kardeş kavgası eksik olmayan bir milletiz. Çekişme kavgaya dönüştüğünde “kavgada yumruk sayılmaz” fehvasınca herkes eteğindeki taşı ortaya döküyor.

Ancak hatırlatmak zaittir ki devlet yönetimi ciddi bir iştir. İnanç ve ahlâk da Makyavelist yaklaşımların meşruluk temeli değildir. Son yılların gözde dizisinde Şehzade Mustafa’nın katlinden infiale kapılan Türk toplumunun bazı kesimleri Kanunî Sultan Süleyman’a beddualar gönderirken henüz dizide sıra onlara gelmediğinden Şehzade Bayezid ile masum çocuklarının katlinden bîhaber olabilirler ama memleketi yönetenlerin, yönlendirenlerin, dünya çapında bir eğitim hareketi yürütenlerin Hz. İsa’nın katlini yeni duyan yeniçeri gibi davranmaya hakkı yoktur.

* * * * * * * * * *

Türkiye, 2011’den bu yana, önümüzde uzanan üç mühim seçime dönük hesapların, Suriye’deki iç savaşın ve etnik fitnenin sözde çözümüne yönelik müzakerelerin gölgesinde kritik bir virajı alırken büyük tehditlerle karşı karşıya bulunuyor. Bunların başında ise, sözde âkılların ve her gün ekranlarda milleti bombardımana tutan kanaat önderleri(!)nin milletin gözünün içine baka baka “iyi şeyler oluyor” diye savundukları sözde çözüm sürecinin yol açacağı çözülme geliyor. PKK’nın silahlı kuvvetlerini kısa sürede ülke dışına çekeceği, sonra da silahsızlanmanın başlayacağı ilan edileli iki yıldan fazla oldu ama bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. PKK’nın silahlarının gölgesinde, her ana yeniden teröre başvurabileceği ihtimali kuvvetle devam ederken doğu ve güneydoğuda PKK/KCK’nın hâkimiyeti daha da güçleniyor, düne kadar devletin yanında yer alan korucular yeni dönemde “gelecek endişesi” yüzünden BDP ile sıcak ilişkiler tutmaya başlıyor. İslamcı-Kürtçü geleneğin temsilcilerine bile hayat hakkı tanımamaya azimli BDP/PKK/KCK cephesinin bölgede totaliter bir rejim kurması yönünde ilerlediği anlaşılıyor. Nitekim Gültan Kışanak adlı milletvekili, ettiği yemini ve T.C. anayasasını ayaklar altına aldığı konuşmasında “Başkan Apo, Önder Apo” hezeyanlarını savuruyor ve hükümet istediklerini vermediği takdirde “özerkliği inşa etmeye” devam edeceklerini haykırıyor. Aynen şunları söylüyor:

“Başkan Apo Amed'e (Diyarbakır), Kürdistan'a gelecek halkıyla buluşacak. Başkan Apo da uyarılarını yapıyor; 'Bu süreci artık tek taraflı benim sırtımdan yürütemezseniz' diyor. 'Halkımın özgürlük, kimlik, statü talebi var. Bunu karşılayacaksınız barış anlaşmasını imzalayacağız' diyor. Biz buradan Amed'ten sesleniyoruz: Başkan Apo çözüm konusunda iradesini ortaya koyduğu, masada durduğu sürece biz de onun etrafında kenetleneceğiz. Ancak siz oyalamaya kalkışırsanız, halkımızın özgürlük talebini ertelemeye kalkışırsanız, sizi beklemeyeceğiz halk olarak öz yönetimlerimizi kuracağız. Kendi özerk sistemimizi inşa edeceğiz. Ve önder, başkan Apo'nun halkımızla buluşacağı günlerin imkanını hep beraber yaratacağız.”

Güce tapınan medya kalemşörleri bu sesleri duymuyor, sürekli “paralel devlet”den bahsediyor ama aslında bunun gerçek manasını gözden kaçırıyorlar. Hizmet hareketi hakkındaki iddialar doğru da olsaburada devlet içinde bir kadrolaşmadan söz ediyoruz. Bu pekâlâ tasfiye edilebilir. Zaten, hiçbir ciddi devlet, farklı otoritelerden emir alan “paralel” yapıları kabul etmez. Peki, siz iki yıldır PKK/KCK çetelerine bıraktığınız vatan topraklarında yarın öbür gün başlayabilecek bir özerklik kalkışmasına karşı ne yapacaksınız? Devletin PKK’yı tamamen ezme noktasına geldiği bir sırada ortaya çıkan bir “Uludere komplosu” sonrasında psikolojik avantajı PKK’ya vermenizin yol açtığı vahim sonuçlar “paralel devlet” dediğiniz yapıdan bu ülkenin birliği ve devletin bekası açısından daha mı az tehditkârdır?Diyarbakır surlarından Türk bayrağını indirme cüretini kimler gösteriyor? Düne kadar “bebek katili” denilen terör örgütü liderinin toplum nezdinde itibarlı hale getirilmesi için kimler gayret sarfediyor? Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne açıkça saldıran bu yapı nedir peki? Ne yazık ki, büyükşehir yasası, mahalli idarelerde yeni yapılanma bize çok olumlu gelişmeler olarak pompalanırken Suriye ve Kuzey Irak benzeri bir yapılanma ülkemiz sınırları içinde de gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

* * * * * * * * * *

Türkiye bu daralma ve sıkışmadan bütün yurttaşları, etnik ve mezhebî ayırım yapmadan kucaklayan bir anlayışla, birey hakları temelinde demokrasisini geliştirerek çıkabilir. Bugün gelinen noktada bu çok zor hatta bazılarına imkânsız görünebilir. Ama biz, tarihî ve kültürel birliğimizi, ortak değerlerimizi ve ortak gelecek tasavvurumuzu demokratik, kapsayıcı ve açık bir şekilde ortaya koyarsak bu zorlukların aşılacağına inanıyoruz. Unutmayalım ki Türk milleti tarihte bugün yaşanana benzeyen “fetret” devirlerini kararlılık ve azimle aşmıştır. Her gecenin bir sabahı vardır. Bunun için öncelikle durum tespitinin sağlıklı bir şekilde yapılması, sonra da bu milletin organik aydınlarının ve siyasî kadrolarının feragat ve fedakârlıkla bu yükün altına girmeleri gerekmektedir.

Mesele, geçiştirilecek, ötelenecek, palyatif tedbirlerle tedavi edilecek boyutları çoktan aşmıştır. Tamamen tepkisel, ak-kara ikileminden kurtulamayan sözde ulusalcı bir anlayışın Türklüğün tarihî ve cihanşumül müktesebatını ve iddiasını taşıyamayacağı açıktır. Burada görev, Türk milletinin tarihî değerlerine bir bütün olarak sahip çıkan, Türk-İslam medeniyeti çizgisinde geleceği inşa etmeye azimli Türk milliyetçilerine düşmektedir. Bizim millet, millî devlet anlayışımız tarihimize, milletimize bir bütün olarak sahip çıkmaya dayanır. İçi boş, tarihî ve kültürel muhtevası Türklüğün tarihî birikimini inkâr eden bir anlayış da tarihî ve kültürel realitelere aykırı olarak Türklüğü bir etnisiteye indirgeyen, milliyetçiliği kavmiyetçilik ve ırkçılık olarak görerek reddeden beynelmilelci yaklaşımlar da yanlıştır. İslam medeniyetinin tarihî gelişimini ve Türk-İslam medeniyeti gerçeğini ıskalayan, 20. Yüzyılın nev-zuhur ve ithal İslamcılığı ne Türklüğe, ne İslam âlemine ne de insaniyete kapsayıcı bir medeniyet tasavvuru sunabilir. Türk milleti olarak, Türk Ocaklarının eski genel başkanlarından merhum Prof. Dr. Osman Turan’ın ifadesiyle dünün Cihan hâkimiyeti idealini bugün millî, İslamî ve insanî esaslara dayanarak yeniden inşa etmeliyiz. Bunu biz yeni bir medeniyet tasavvuru olarak ifade ediyoruz.

Sınırsız tüketimi ve hedonizmi teşvik etmeye dayalı Batı kültürü karşısında daha insanî ve yaşanabilir bir dünya inşasını da ihtiva eden bu tasavvur, hem içeride birlik ve bütünlüğümüzün temeli olacak hem de Türk dünyası ve İslam âlemi ile dostluk ve kardeşlik çerçevesinde yeni bir dünya nizamını kurmamızı beraberinde getirecektir.Bu büyük tasavvurun gerçekleşmesi için herşeyden önce bölücü-etnikçi fitnenin tamamen etkisiz hale getirilmesi, başta Azerbaycan olmak üzere Türk devletleri ile ilişkileri kat-be-kat ileriye götürmeye odaklı sağlam bir dış politikanın uygulanması zaruridir. İç siyasette ise Türk-İslam medeniyetinin tarihî müktesebatını benimseyen ve yeni çağın meydan okumalarına millî bir zeminden evrensel cevaplar ortaya koyan milliyetçi siyasetin güç kazanması ve milletin bütün kesimlerinin güvenine mazhar olacak bir anlayış ve yaklaşımı ortaya koyması elzemdir. Türkiye içinden geçtiği ve sonu bölünmeye gidebilecek bu badireden ancak tamamen millî ama aynı zamanda dünyayı iyi tanıyan, okuyan ve onunla iletişim kurabilen kadrolarla çıkabilir.
Bu süreçte Türkiye’nin millî aydınları ve siyasetçileri;

1-milletin hukukunu, demokrasiyi, insan haklarını ve hukuk devletini savunmalı,
2-etnik ve mezhebî ayırımlara karşı tarih ve kültür birliğimizi ve ortak gelecek tasavvurumuzu ortaya koymalı,
3-bunu yapabilmek için de kendi içlerinde tefrikaya ve fitneye asla geçit vermeden hasbî bir anlayışla hareket etmelidirler.

Görelim mevla neyler,
Neylerse güzel eyler.




GÖRÜŞ

102. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE TÜRK OCAKLARI’NDAN KAMUOYUNA SESLENİŞ
24 Mart 2014

Türk Ocakları 102. Yılını Bilgi Şöleni İle Kutladı
Nevzat Kösoğlu’nun anısına ve Türk Ocakları’nın kuruluşunun 102. Yıl dönümü vesilesiyle “Kültür Hayatımızda Nevzat Kösoğlu” adlı bilgi şöleni 22 Mart 2014 tarihinde yapıldı.

Türk Ocakları Genel Merkezi, büyük fikir ve dava adamı merhum Nevzat Kösoğlu’nun anısına ve Türk Ocakları’nın kuruluşunun 102. Yıl dönümü vesilesiyle “Kültür HayatımızdaNevzat Kösoğlu” adlı bilgi şölenini Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda düzenledi. Dört oturum halinde düzenlenen bilgi şöleninde Kösoğlu’nun hayatı ve kişiliğinden, düşünce dünyasına bir yolculuk yapıldı. Kösoğlu’nun yakınları, çalışma arkadaşları ve akademisyenlerin sundukları tebliğlerle Nevzat Kösoğluyad edildi.

102. Kuruluş Yıldönümünde Türk Ocakları’ndan Kamuoyuna Sesleniş

102 Yıl önce, devletimizin ve milletimizin içinde bulunduğu vahim durum karşısında millî duygu ve şuur sahibi 190 Tıbbiyeli gencin, Türk milliyetçisi büyüklerine müracaatı sonunda alevleri tütmeye başlayan bu kutsal Ocak, aslında Türklüğün tarihin derinliklerinden geleceğe taşıdığı değerler temelinde kurulmuş ve milletimizin cihan-şumül iddialarının fikir mektebi olmuştur.

Tarih ve millet şuuru sahibi olmadan milletin kaderine hükmedilemeyeceğini idrak edemeyenler Türk Ocağının değerini de takdir edemezler. Türk Ocakları olarak Türkiye’nin birkaç yıldır içinden geçtiği hassas ve tehlikeli süreçte aklıselim çizgisinden sapmadan, milletimizin değerlerini esas alan bir duruş sergiledik. Ne yazık ki bugün gelinen noktada, millî değerlerimiz gündelik siyasî çıkarlar için alabildiğine istismar edilmekte, çözüm süreci adı altında ülkemizin ve milletimizin birliğini bozacak adımlar atılmakta, yolsuzluk-paralel devlet çatışması ekseninde ise demokratik hukuk devleti, mülk’ün temeli olan adalet tahrip edilmektedir.

Genel Merkez ve 80 şubesi, 20.000’i aşkın üyesi ve milyonlarca gönüldaşı ile Türk Ocakları olarak; tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini yaşayan Türkiye’nin geleceği açısından aşağıdaki hususları kamuoyunun dikkatine arz ediyoruz:

1-Siyasî ortamı kutuplaştıran ve Türk milletini etnik ve mezhebî temelde ayrıştıran söylem, dil ve üslup acilen terk edilmelidir.
2-Devlet kavramını, devlet kurumlarını, hukuku ve demokrasiyi tahrip eden çatışmalara son verilmeli; millî irade, hukukun üstünlüğü ve adalet temelinde büyük ve geniş bir mutabakat sağlanmalıdır.

3-Birey hak ve özgürlüklerini esas alan, katılımcı demokrasi geliştirilmeli, ancak demokratikleşme adı altında, aslında demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan, etnik temelli bir ayrışmanın önünü açacak düzenlemelere kesinlikle geçit verilmemelidir. Bu bağlamda, “demokratik özerklik” maskesi altında ülkenin belirli yerlerinin totaliter bir rejime teslim edilmesi sonucunu doğuracak adımlar derhal durdurulmalıdır.

4-Etnik meselelerin silahların gölgesinde çözülemeyeceği, milleti etnik unsurlara ayrıştırarak ulaşılacak şeyin çözüm değil çözülme olduğu apaçık bir gerçektir. Dolayısıyla sözde çözüm sürecinin Türkiye’yi sürüklediği derin ayrışmaya karşı ortak geçmiş, ortak gelecek tasavvuru ve demokratik hukuk devleti temelinde, yeni bir yaklaşım geliştirilmelidir.

5-Türkiye’nin tarihinden getirdiği ve uluslararası konjonktürün elverişli ortamı sayesinde geliştirdiği itibarını bir iki yılda heba eden, İslam dünyasının gerçeklerini anlayamayan yanlış dış siyaset tercihleri terk edilmeli, Türk dünyası ile Balkanlar ve Ortadoğu’yu dengeleyen millî bir dış politika takip edilmelidir.

Türk Ocakları olarak, her türlü tefrika, bölücülük ve ayırımcılığa karşı haykırıyoruz:
BİZ HEP BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ.
TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ




HABER

Türk Ocakları Genel Başkanlığına yeniden Prof.Dr. Mehmet Öz seçildi
19 Nisan 2014

Türk Ocakları Genel Merkezinin, Ankara Ticaret Odası (ATO) Meclis Salonu'nda düzenlenen 43. Olağan Büyük Kurultayı'nda, Genel Başkanlığa Prof. Dr. Mehmet Öz, 175 oyla yeniden seçildi.




HABER

Türk Ocakları Genel Merkez Yönetimi görev dağılımı yaptı
22 Nisan 2014

Türk Ocakları 43. Olağan Büyük Kurultayı'da seçilen yönetim ve denetim kurulları görev dağılımını gerçekleştirdi. Prof. Dr. Mehmet Öz Genel Başkanlığa seçildi.

Yönetim Kurulu
Genel Başkan: Prof. Dr. Mehmet Öz
Genel Başkan Yardımcısı: Prof. Dr. Filiz Avşar
Genel Sekreter: Prof. Dr. Mehmet Şahingöz
Genel Muhasip: Aziz Kamil Yılmaz
Genel Sekreter Yardımcısı: Doç. Dr. Emrah Şenel
Genel Sekreter Yardımcısı: Osman Oktay
Üye: Prof. Dr. Yunus Koç
Üye: Doç. Dr. Mehmet Akif Okur
Üye: Doç. Dr. Mehmet Arhan
Üye: Dr. Fahri Atasoy
Üye: Yrd. Doç. Dr. Bülent Aksoy

Denetleme
Başkan: Prof. Dr. Rasih Demirci
Raportör Üye: Yrd. Doç. Dr. İbrahim Atabey
Üye: Mustafa Asım Mutlu





HABER

Türk Ocakları İstişare Toplantısı Basın Bildirisi
8 Eylül 2014

Türk Ocakları Genel Merkezi Yönetimi ve Şube Başkanları, Türkiye ve başta yakın çevresi olmak üzere dünya gündeminde yer alan meseleleri görüşmek üzere 6-7 Eylül 2014 tarihinde Ankara’da toplanmış ve aşağıdaki hususların kamuoyunun dikkatine sunulmasına karar vermiştir.

1-Türk Ocakları, yüz yılı aşkın bir süredir Türk toplumunun siyasi, sosyal, kültürel, idari ve ekonomik meseleleri üzerine bilimsel temelli, yön verici fikir üretme ve faaliyet yapma konusunda Türk milletinin kendisine yüklediği sorumluluğun bilincindedir. Bu bilinçle, artan sorumluluğuna uygun olarak Genel Merkez ve bütün şubeler, Türk Milletinin bekâsı ve insanlık için yeni bir medeniyet tasavvurunun imâlinde birlikte ve daha kararlı bir şekilde hareket etmeye devam edecektir.

2- Türkiye’nin gelecek yüzyıllarının teminatı olan gençlik ve bu gençliğin eğitimi konusu son derece önemlidir. Bu sebeple eğitimin her kademesinde yer alan gençlerimizin milli şuur ve ahlaki değerlere bağlı birer Türk olarak yetişmesinde her türlü eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlerinin akademik programlar halinde yürütülmesine öncelik verilmelidir. Eğitim sistemimizin yapboz tahtası gibi sıkça değiştirilmesinden vazgeçilmeli; Türk milletinin 21. yüzyılda duyacağı ihtiyaçlara göre planlamalar yapılmalı; ilk ve orta öğretim kurumlarının yönetici kadrolarındaki değişiklikler siyasi sâiklerle değil liyakat ve ehliyete göre yapılmalı; kıyım görüntüsü veren haksız uygulamalardan derhal geri dönülmelidir.

3- Türk Milletinin bağrından çıkarak yüz yıldan beri her türlü zor şartta fikri ve kültürel faaliyetler sürdüren Türk Ocaklarının, 1930’lu yılların başında nasıl ve hangi şartlarda kendini feshe zorlandığı bilinmektedir. Kendine mahsus şartlarda gelişen bu süreçte elinden alınan mal varlığının iadesi ve seksen yıldır uğradığı haksızlığın telafisi için geniş çaplı bir kampanya ile hukuki mücadele başlatmak zaruret halini almıştır. Uluslararası sözleşme ve hukuk kurallarına dayalı olarak azınlık vakıflarına ait malların iadesinin gündeme geldiği bir dönemde Türk Ocaklarının, milletin kendi bekası için Ocağa bağışladığı ve her kuruşu alın teri olan mal varlığının iadesini talep etmesi en temel hakkıdır.

4- Son yıllarda Türk yargı sistemi ve adalet mekanizması üzerinden derin bir siyasi hesaplaşma intibaı verenkamplaşma ve tasfiyeler, hukuk sistemimizde ağır tahribatlar yapmakla kalmamış Türk milletinin adalete olan inancını da tahrip etmiştir. Mülkün yani devletin ve ülkenin temeli olan ve bin yıldan beri Selçuklu-Osmanlı coğrafyalarında siyasi, sosyal ve kültürel barışı sağlayan adalet duygusunun zedelenmesi, Türk milletinin bekasını tehdit etmekle kalmamış, geleceğini Türk milleti ve devletine bağlamış milyonlarca komşu ülke insanlarının da umutlarını yıkma noktasına gelmiştir. Hangi cepheden gelirse gelsin, hukuk sistemi ve adalet anlayışımızda meydana getirilen tahribat ve yıkıma derhal son verilmeli; milletimizin adalete olan inancı ve güveni daha fazla sarsılmamalıdır.

5- Etnik fitne ve bölücü terör konusu Türk toplumunun bekasını ilgilendiren en önemli konulardandır. Son aylarda “çözüm süreci” ve sözde barış adı altında yapılan uygulamaların, milli bütünlük ve devletin varlığını tehdit etmenin ötesine geçtiği kanaati yaygındır. “Anaların gözyaşı dinsin” söylemiyle varıldığı söylenen mutabakat ve milletin esasından haberdar edilmediği fakat verildiği düşünülen siyasi tavizler, Türk milletinin sabrını zorlama noktasına dayanmıştır. Bölücü terör örgütü mensuplarının yol kesmesi, sözde anıt dikmesi, silahlı grupların aleni yürüyüşü ve gösteriler; bunlara karşı devletin zafiyeti, devlet egemenliğini ortadan kaldırdığı gibi örgüt ve uzantılarının hakimiyeti adeta tescil noktasına gelmiştir. Irak ve Suriye’deki gelişmeler de bahane edilerek bölücü terör örgütünün varlığı adeta “meşru” görülmeye başlanmıştır. Türk milleti, kendine ve devletine yönelik bu tür ihlal ve saldırıları bertaraf etme konusunda gerekli irade ve tecrübeye sahiptir. Her ne ad altında olursa olsun milli bütünlük ve varlığımıza yönelik bu türden saldırılar derhal sona erdirilmelidir.

6- Türkiye kendi iç meseleleri ile meşgul edilirken, başta Irak ve Suriye olmak üzere tüm Ortadoğu’da siyasi kargaşa, dış müdahale ve iç savaşlar halinde süren olaylar, bütün İslam dünyasının kanayan bir yarasıdır. İsrail’in kendi güvenliği ve toprak kazanma amaçlı çıkardığı çatışmalar, Amerika’nın bölgeye müdahalesi ve sonrasında yaşanan olaylar Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren meselelerdir. Bu gelişmelerin sunucu olarak Irak ve Suriye’deki Türkmen kıyımı; Türkmenlerin kendi topraklarından tasfiyesi, Türk dış politikasının öncelikli ve acil çözüm bekleyen konularıdır. Türkmenlerin güvenliği sağlanmalı, topraklarına dönmeleri temin edilmeli; bölgede kalıcı ve etkin bir barış için taraflar masaya oturtulmalıdır. Demokrasi, güvenlik, mezhep ya da din adına işlenen vahşi cinayetlerin sona erdirilmesi için gerekli tedbirler acil bir şekilde alınmalı; savaş ortamı sonlandırılmalıdır.

7- Türkiye’nin Türk cumhuriyetleri ile kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasi bağlarını güçlendirmesi zorunludur. Eğitim alanındaki işbirliği ve karşılıklı değişim programları artırılarak devam ettirilmelidir. Türk cumhuriyetlerinin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi; dilde, fikirde ve işte birliğin sağlanması için mal, sermaye ve işgücü dolaşımının önündeki engeller karşılıklı olarak ve hızlı bir şekilde ortadan kaldırılmalıdır. Türk cumhuriyetleri çıkışlı petrol ve diğer doğal kaynakların Avrupa’ya aktarılması konusunda projeler desteklense de bu kaynakların ülke içinde insani yatırımlara ve üretken bir ekonomik kalkınmaya dönüşmesi konusunda daha fazla çaba gösterilmelidir.

8- Türk milleti, kendi tarih ve kültüründen aldığı ilham ve feyizle sadece Türkiye ve komşuları için değil tüm insanlık için barış, huzur ve iyiliği getirecek yeni bir medeniyetin kurucu menbalarına; yaratıcı nüvelerine ve bu ülkünün taşıyıcı damarlarına sahip olduğunu kanıtlamış bir millettir. Bu potansiyelin kuvveden fiile geçirilmesinde Türk Ocaklarının en önemli vazifesi, tüm kurul ve üyeleri ile yek vücut olarak çalışmak, yeni ufukları ve cihanşümul hedefleri tefekkürle yetinmeyip eyleme dönüştürmektir. Türk Ocakları 21. yüzyılın Türk asrı olması için tarihten ve Türk milletinden aldığı azim ve güçle daha çok çalışmaya; milletin umudu olarak geleceğin inşasında Allah’ın yardımıyla başarılı olmak için azim ve kararlı bir şekilde emek vermeye devam edecektir.

Allah bu yolda hepimizin yar ve yardımcısı olsun.





ESER-AYRINTI

TÜRKİYE’NİN KRİTİK DÖNEMECİ
Mehmet Öz
TÜRK YURDU YAYINLARI

Türk milleti bu coğrafyadaki bin yıllık tarihinde büyük mücadeleler verdi, önemli badireler atlattı. Haçlı seferlerine karşı yeni vatanını ve İslâm âlemini koruma, Moğol istilasının ardından gelen tavaif-i mülûk (beylikler) döneminin parçalanmış siyasî yapısı içinde vatanlaşma sürecini sürdürme, Fetret Devri akabinde yeniden birliğini sağlama mücadelesi başarılı oldu. Viyana bozgununa kadar Osmanlı devletinin Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu coğrafyasında inşa ettiği nizam dünyaya örnek oldu. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasından ve özellikle de 19. Yüzyıl başlarında Yunan ve Sırp isyanları ile başlayan parçalanma ve Anadolu’da toparlanma süreçleri ise acı tecrübeler yaşamasına neden oldu. Son yıllarda bölücü etnik terörün yol açtığı problemler önümüze yeni bir kritik dönemeç getirdi. Bu dönemeçte Türk Ocakları Genel Başkanlığı görevini üstlenen Prof. Dr. Mehmet Öz, konuyla ilgili değerlendirmelerini çeşitli vesilelerle dile getirdi. İçinde bu değerlendirmelerin yer aldığı bu kitap, günümüzde karşılaştığımız meselelerin tarihi ve milli boyutuyla doğru anlaşılmasına ışık tutacaktır.

Fiyat: 12 TL (KDV Dahil)
Ebat: 19.5 x 12
Sayfa: 162
ISBN : 978-975-7739-71-5

TÜRK YURDU YAYINLARI
Sezenler Sokak Nu:4/12 Sıhhiye Ankara
Telefon: 0 (312) 229 69 74
https: // www.turkyurdu.com.tr
e-posta: [email protected]





HABER

Konuşmacı: Prof. Dr. Mehmet Öz: ÇÖZÜM SÜRECİ NEREYE?

Ocakbaşı Sohbetleri'nde bu hafta ülkemizin gündemini ve geleceğini çok yakından ilgilendiren "Çözüm Süreci" konuşulacak.

Türk Ocakları'nın konu hakkındaki görüşlerinin ifade edileceği Ocakbaşı Sohbeti'nde konuşmacı ise Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz...

"ÇÖZÜM SÜRECİ NEREYE?"

Konuşmacı: Prof. Dr. Mehmet Öz - Türk Ocakları Genel Başkanı

Tarih: 29 Kasım 2014 - Cumartesi
Saat: 14:00
Yer: Türk Ocakları Genel Merkezi Galip Erdem Salonu
(Türkocağı Cd. Prof. Dr. Osman Turan Sk. No:1 Balgat/Ankara)




HABER

Prof. Dr. Mehmet Öz: 2016’ya Girerken “Havf ile Reca” Arasındaki Türkiye
1 Ocak 2016

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. PKK terörünün geldiği nokta, dış politika, Türkmenler ve pek çok meseleyi değerlendiren Öz, “yeni yılda Türk devleti gerçekler üzerinden siyaset yapmalıdır” dedi.

Öz’ün değerlendirmeleri şöyle:

APO’YA GÜZELLEME DÜZENLER ŞİMDİ VATAN MİLLET EDEBİYATI YAPIYOR

“Türkiye’de, etrafımız özelinde dünyada, örtülü genel savaşın geldiği son aşama, hakikaten son derecede ilgi çekici özellikler taşımaktadır. Çok değil, daha birkaç yıl önce, İmralı mahkûmu ile uyumlu bir şekilde ve “akil adam” heyetleri kurularak estirilen “çözüm baharı” havası toz duman olmuş; ülkenin belirli bir kesiminde Filistin ve Suriye manzaraları yaşanmaktadır. Alelade bir terör örgütü boyutlarını çoktan aşmış; uluslararası ilişkileri, uyuşturucu trafiği, bölgede ve ülkenin pek çok yerindeki militan ve sempatizan desteğiyle büyük bir tehdit hâline gelmiş bulunan PKK’nın bütün bu karmaşık faktör ve etkilerden azade bir şekilde bir çözüme ikna edilebileceğini düşünmek, safdillikten öte bir şeydi; ama olanlar oldu. PKK’nın ipiyle kuyuya inilmeyeceğini söyleyenler, anaların ağlamasına kayıtsız kalmakla ve kandan beslenmekle suçlandı. O zamanlar, Apo’ya, Kandil’e güzellemeler düzenlerden bazıları, şimdi gelinen noktada şehitler üzerinden “vatan millet edebiyatı”nı kimseye bırakmıyor.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ GÜÇLÜ OLMALI VE TÜRK-İSLAM ALEMİNE ÖNCÜLÜK ETMELİDİR

Umudumuzu arttırmak ve sonuçta, inandığımız medeniyet tasavvurunu hayata geçirmek için bu “kritik dönemeç”te, Türk milliyetçileri her bakımdan güçlü olmak, Türk milletine ve Türk-İslam âlemine her alanda önderlik etmek durumundadır. Bunun için hem ülke içinde hem de Türk dünyasına ve İslam âlemine matuf olarak kuşatıcı, kucaklayıcı, içerici bir söylem geliştirilmelidir. Türk Ocakları, faaliyetlerini bu çerçevede yapacağı çalıştay ve bilgi şölenleri aracılığıyla 21. yüzyılda milliyetçiliğimiz ve bütün insanlığa hitap eden Türk-İslâm medeniyeti tasavvurumuz konuları üzerinde yoğunlaştıracaktır. Bunun için önce, hakikatin peşinde, yaşadığımız gerçekleri gizlemeden, görmezden gelmeden bütün çıplaklığıyla ortaya koymalı daha sonra da ön yargısız ve hasbi bir tavırla çözüm yollarını aramalıyız.

Allah yâr ve yardımcımız olsun.”




HABER

Vatansever Türk Aydınları Bildirisine Destek Çağrısı
11 Ocak 2016

Türk Ocakları Genel Merkezi, terör örgütünün Türkiye’yi bölmek, vatanın bir bölümünü kantonlaştırmak için başlattığı hain saldırılara karşı yürütülen mücadeleyi “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam” olarak alçakça suçlayan bir grup sözde akademisyenin bildirisine karşı aşağıdaki bildiriyi imzaya açmıştır.

BİLDİRİ AŞAĞIDAKİ GİBİDİR, BİLDİRİYE İMZALARIYLA DESTEK VERMEK İSTEYEN AKADEMİSYENLER AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIYA TIKLAYARAK YADA www.turkocaklari.org.tr ADRESİNİ ZİYARET EDEREK İMZA VEREBİLİRLER.)

Vatansever Türk Aydınları Bildirisi

"Türk milleti ve devleti, tarihimizdeki en ağır saldırılardan biriyle yüz yüze. Türk milletinin birliğini ve Türk devletinin bekasını yürekten savunanların, çözülmeye yol açacağını ikaz ve ihtar ettiği “Çözüm Süreci” boyunca şımartılan PKK terör örgütü, şehir ve mahallelerimizi işgale teşebbüs cüretini göstererek milli varlık ve birliğimize açıkça meydan okuyor. Gün geçmiyor ki, Anadolu'daki sıvasız evlere şehadet haberlerinin ateşi düşmesin. Milletçe her gün kurşunlanıyor, her gün katlediliyoruz. Ancak saldırılar yalnızca güvenlik güçlerimizin, masum vatandaşlarımızın tertemiz sinelerini hedef almıyor. Eli kanlı canileri daha da coşturmak için seferber edilen propaganda çarkı, yalanlarını pervasızca kusuyor. Akademik unvanlarını Türk milleti ve devletine duydukları ideolojik kinin paravanı haline getiren kesimlerin yayınladığı örgüt bildirisi, bu taarruzun daha da hız kazanarak devam edeceğini gösteriyor. İçinde tek doğru cümle bulunmayan iftira manifestosu, üniversite tarihimize sürülmüş kapkaranlık bir lekedir. Bu zevat arasında yer alan bazı kişilerin daha düne kadar, “çözüm sürecin”nde devleti yönetenlerin aklına danıştıkları kişiler oluşu da bir ibret vesikası olarak tarihe geçecektir. "Barış" gibi ilkeleri, terörü mazur ve meşru göstermek arzusuyla kirli namlulara sürenler, öncelikle insanlığın ulvi değerlerini katlediyorlar.

Türk aydınları olarak terör örgütü ve işbirlikçilerinin hain saldırılarını lanetliyor, bölge halkının refah ve huzurunu temin ile Türkiyemizin birlik-beraberliğini korumak için hukukun çizdiği çerçevede azami hassasiyetle yürütülen mücadeleyi desteklediğimizi ilan ediyoruz. Biliyor ve inanıyoruz ki, teröre karşı milletçe yürek yüreğe sergileyeceğimiz güçlü dayanışma, ufkumuzda biriken kara bulutları dağıtmaya yetecektir. Cenab-ı Allah'ın izniyle bu ateş çemberinin de parçalandığını göreceğiz. Yeter ki devletimizi yönetenler, ihanet pusularında mücadele azimlerini yitirmesin, bir daha asla, terör örgütü ve uzantılarıyla bir çözüm arayışına girmesinler."




HABER

TÜRK OCAKLARI GENEL KURULU'NDA MEHMET ÖZ VE YÖNETİMİ GÜVEN TAZELEDİ
30 Nisan 2016

Türk Ocakları Derneği 44. Olağan Genel Kurulu 30 Nisan 2016 Cumartesi günü saat:10.00’da Ankara Ticaret Odası (ATO) Meclis Salonu’nda aşağıdaki gündemle yapıldı.

Kurultayın son kısmına gelindiğinde merkez organların seçimine geçildi. Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz tarafından çıkarılan tek liste oylanarak kabul edildi ve Genel Başkan Öz güven tazeledi.

Yapılan seçimde aşağıdaki listeler üç yıl süreyle Türk Ocakları’nı yönetme görevini aldılar:

YÖNETİM KURULU ASIL ÜYELER

PROF. DR. MEHMET ÖZ
PROF. DR. AYŞE FİLİZ YAVUZ
PROF. DR. MEHMET ŞAHİNGÖZ
DOÇ.DR. EMRAH ŞENEL
AZİZ KAMİL YILMAZ
PROF. DR. İBRAHİM MARAŞ
DOÇ. DR. MEHMET AKİF OKUR
DOÇ.DR. BÜLENT AKSOY
YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM ATABEY
MUSTAFA ASIM MUTLU
İRFAN KAYA

YÖNETİM KURULU YEDEK ÜYELER
PROF. DR. ASUMAN SUNGUROĞLU
PROF.DR. YUNUS KOÇ
DR. MEHMET KÖŞ
DOÇ. DR. ALPER ALP
DOÇ. DR. TURHAN ÇETİN
DOÇ. DR. UFUK KARAKUŞ
DR. ALİ İHSAN ÇAĞLAR
DR. ESABİL EKER
YRD. DOÇ. DR. BAHADIR KILCAN
MUSTAFA İLKER KILIÇ
ORHAN YÜKSEL

DENETLEME KURULU ASIL ÜYELER
OSMAN OKTAY
LEYLA SARISOY YILDIZ
MEHMET GÜLSÜN

DENETLEME KURULU YEDEK ÜYELER
DR. HAKAN TERZİ
FÜSUN MENŞURE ORAL
NEJAT ÇOĞAL




GÖRÜŞ

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof.Dr. Mehmet Öz'ün basın açıklaması:


FETÖ/PDY’nin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi



Yaklaşık bir yıl kadar önce yazdığımız, “Türkiye’nin Yolu: Millî Birlik İçin Güçlü Devlet” başlıklı yazıda şunları ifade etmiştik:

“İçinde bulunduğumuz sıkıntılı ortamdan çıkışımızda, köklü devlet geleneğimiz çok önemli bir avantajımızdır. Devlet kurumlarının son dönemde uğradığı bütün tahribata rağmen Türk devleti, toplumumuzun genlerinde var olan aklıselim, vakar, feraset gibi hasletlerimizle, badire gibi görünen bu süreçten daha da güçlenmiş olarak çıkacaktır. (…) Bundan sonra, devletin, her türlü ‘paralel’ yapılanmaya karşı aynı tavizsiz tavrı göstermesi kaçınılmazdır. (…) Devletin son dönemde, kökeni ne olursa olsun terör örgütlerine karşı başlattığı mücadeleyi, hukuk içerisinde kalarak tavizsiz bir şekilde sonuna kadar sürdürmesi bir zarurettir.” (Türk Yurdu, Eylül 2015)

Özellikle son birkaç yıldır, aslında daha uzun bir süredir içinde yer aldığımız coğrafya, ABD ve Rusya başta olmak üzere, küresel rekabet çerçevesinde yeni bir tasarıma tabi tutuluyor. 15 Temmuz gecesi, Paralel Devlet Yapılanması (PDY)/FETÖ tarafından yapılan hain darbe girişimi, bu projenin müellifinin işbirlikçilerinin Türk milletinin birliğine ve Türk devletinin bütünlüğüne yönelttiği alçakça bir ihanettir; Türkiye’de iç savaş çıkarmak, ülkeyi kontrol altına almak amacıyla yapılan bir işgal teşebbüsüdür. Olaydan sonra uluslararası basında yer alan açıklamalar, bu girişimin dışarıdan desteklendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Olay gecesi, henüz işin mahiyeti ve akıbeti belirsiz iken Türk Ocakları olarak bu hain girişime karşı demokrasiden ve Türk milletinden yana olduğumuzu açıkça ortaya koyduk. (Bilahare yaptıklarımız web sayfamızdan ve facebook hesabımızdan kamuoyuna duyurulmuştur.). Çok şükür ki bu alçak girişim, Sayın Cumhurbaşkanımız, Meclisimiz, Başbakanımız, CHP ve MHP’nin liderleri, Ordumuzun meşruiyete saygılı ezici çoğunluğu, Polisimiz ve büyük Türk milleti tarafından kararlı bir tutumla önlenmiştir.

O günden bu güne basına yansıyanlar ve tartışmalardan çıkan sonuç, henüz resmin bütününü görmek için eksik verilerin veya bulanık noktaların fazla olduğunu gösteriyor. Bunların bir kısmı kısa süre içinde açıklığa kavuşacak ama bir kısmı için daha fazla beklememiz gerekecek. 19 Temmuz’da yayımladığımız bildiride de belirtildiği üzere, şunu öncelikle tespit edelim: Bu girişimin salt Türkiye’nin iç işleriyle alakalı olmayıp Türkiye-ABD-Rusya ilişkileri, Suriye Savaşı ve Suriye’nin kuzeyindeki PYD koridoru planıyla iç içe olduğu herkesin malumudur. Girişimin amacı, Türkiye’yi kargaşaya sürüklemekti. Böylece 2003’ten bu yana yangın yerine döndürülen Orta Doğu coğrafyasındaki yangın büyüyecek; yeni Sykes-Picot düzeni için zemin hazırlanacak; Türk ordusu mefluç hâle getirilerek bu amaç sağlanacaktı.

Maalesef, bu menfur ve hain girişimin planlayıcıları bakımından temel hedef yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri ağır bir darbe yemiştir. Millet ile ordusu, ordu ile polisi arasına nifak sokulmuştur. Bu durumun yol açtığı sarsıntının tedavisi kolay olmamakla birlikte, bu teşhisten hareketle acilen gerekli tedavi tedbirleri alınmalı ve bu coğrafyada ayakta durmamızın en büyük teminatı olan ordumuz süratle rehabilite edilmelidir. Ordu-millet birliğini tahrip eden görüntüler ortadan kaldırılmalıdır. Bu girişimin, yangın yerine döndürülen Irak ve Suriye’de Türkiye’nin zaten sınırlı olan inisiyatif kullanmasının önünü tamamen kapatmayı amaçladığına şüphe yoktur. Dolayısıyla buna alet olan FETÖ/PDY terör örgütünün Türk devleti ve milletine ağır bir ihanet içinde bulunduğu kesindir.

Bu menfur girişimin asli sorumlusu, devlet içindeki PDY/FETÖ olarak yargının önüne çıkarılan yapıdır. Bu yapı, ilk başlarda eğitim ve Türkçenin dünyada yaygınlaştırılması alanlarındaki faaliyetleriyle maalesef on yıllarca devletin üst kademesinin ve samimi dindar ve muhafazakâr çevrelerin desteğini almıştır. Cumhurbaşkanlarından parti liderlerine pek çok kişi bu faaliyetlere müzahir olmuştur. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla birlikte diğer yüzünü, devletin temel kurumlarını, orduyu ve yargıyı ele geçirme hedefini ortaya koyduğu hâlde, Türkiye’deki laik-anti-laik kutuplaşmasını kullanarak devlet yönetiminde etkili hâle gelen bu örgüte karşı, MİT Müsteşarı’na girişilen teşebbüs ve özellikle de 17-25 Aralık operasyonlarından sonra daha ciddi tedbirler alınması gereği ifade edilmiş, bu kapsamda pek çok adım da atılmıştır. Ne var ki, 15 Temmuz darbe girişimi, bu yapının ne denli ürkütücü boyutlara ulaştığını göstermiştir.

***

Bulunduğumuz konjonktürde, bölücü terör örgütünün ülke içinde, Irak’ta ve Suriye’de Türkiye’yi kıskaca alma planı çerçevesinde taşeronluğunu üstlendiği faaliyetler karşısında, son bir yıldır başarıyla mücadele eden ordumuzu maneviyatını yeniden yükseltmek bir mecburiyettir. O bakımdan ordunun yeniden yapılandırılması, askerî liseler ve harp okulları ile ilgili alınacak tedbirler telaş ve aceleyle değil; süratle ama konunun uzmanlarıyla derinlikli ve nitelikli istişarelerden sonra belirlenip hayata geçirilmelidir. Türk devletinin bekası açısından bu konu hayati önemi haizdir. Ergenekon ve Balyoz davalarında tahrik edilen asker ve ordu düşmanlığının bu vesile ile yeniden hortlamaması lazımdır. Burada devletin ayakta durması, güçlü bir orduyla mümkündür. Ordunun da demokratik hukuk devleti kuralları çerçevesinde yapılanması ve idare edilmesi gereklidir. Bu çerçevede kantarın topuzuna dikkat etmek, bir belayı defederken bir başkasını celp etmemeye azami özen gösterilmelidir. Aynı dikkati dış politikada da göstermeliyiz. Türkiye’yi “değerli yalnızlık”a sürükleyen “hata”ları telafi ederken “yılan”a sarılmanın ileride doğuracağı mahzurları da hesaba katmalıyız.

Bürokrasinin yeniden yapılandırılmasında ehliyet ve liyakat ölçütlerine riayet edilmeli; bunun yanında, başka yapılara değil doğrudan doğruya devlete sadakat esasına da azami özen gösterilmelidir. Süreç içerisinde alınacak tedbirler çerçevesinde ise şahsi hesaplar veya grup çıkarları ile hareket edenlere dikkat edilmeli; bu gibilerin puslu havadan yararlanarak devlet hiyerarşisi dışındaki mekanizmalara değil sadece ve yalnızca vatanına ve milletine bağlı insanları devlet kademelerinden tasfiye etmelerine müsaade edilmemelidir. Ne yazık ki, şu ana kadar gelen bazı haberlere bakılırsa özellikle bakanlıklarda yapılan tasfiyelerde kurunun yanında yaşın da yandığı görülmektedir. Devlet, masum insanların hayatını karartacak uygulamalardan sakınmalıdır, zira onu ayakta tutan adalettir.

Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanımızın Meclis’teki üç parti liderini davet ederek bizim 19 Temmuz bildirimizde ifade ettiğimiz çerçevede, yani bölücü örgütün uzantısı dışında, mümkün olan en geniş uzlaşmayı sağlamaya çalışması, Ak Parti, CHP ve MHP liderlerinin bu davete icabet etmeleri, geleceğe daha ümitli bakmamıza vesile olmuştur. Bundan sonraki süreçte, devletin yeniden yapılanması ve kamuda yapılan temizlikte iktidar partisinin bu iki partimizle yakın işbirliği içinde hareket etmesinin, doğabilecek muhtemel haksızlıkların önlenmesine yardımcı olacağı kanaatindeyiz.

Her şerden bir hayrın çıkacağına inanan bir milletiz. Bu hain girişim, milletimizin ezici çoğunluğunun millî birlik ve devletin bekası açısından bilinçlenmesine vesile oldu. 17-15 Aralık olayından sonra yazdığımız bir yazıda da belirttiğimiz üzere, insanların gerçek manada din ve vicdan özgürlüğünün önemini daha iyi anlamasına da katkıda bulundu. Yine bu hain girişim, siyasi görüş farklılıklarımızın bizi kutuplaştırmaya itmesinin acı sonuçlarıyla yüzleşmemizi de sağladı. Etnik ve mezhebî farklarımızın ötesinde ve üzerinde müşterek Türk millî kimliği etrafında kenetlenmemiz için yeni bir yol açtı. İnşallah bu yaşadıklarımızdan gerekli dersleri çıkarır, Cumhuriyetimizin, Devletimizin ve Vatanımızın kadrini, kıymetini bilir ve kıyamete kadar bu vatanda birlik içinde yaşamanın yolunu buluruz.

Allah yâr ve yardımcımız olsun. Bütün şehitlerimize rahmet, gazilerimize acil şifalar dilerim.




AÇIKLAMA




TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ: Darbeden Sonra: Muhasebe ve Tedbir

Türk milleti ve Türk devleti, 15 Temmuz 2016 Cuma günü, tarihinin en vahim ve utanç verici gecelerinden birini yaşadı. Güneyimizde, bölgemizi yeniden tasarlamaya çalışan küresel güçlere karşı en büyük güvencemiz olan ve içeride hain, bölücü terör örgütüyle başarıyla mücadele eden kahraman Türk Ordusu, dış ve iç ihanet odakları tarafından iç savaş çıkartmak için bir darbe teşebbüsüne alet edilmek istendi.

Şunu açıkça belirtelim ki, Türk Ocakları Genel Merkezi, hadisenin başladığı saatlerde, henüz olayın mahiyetinin tam olarak anlaşılamadığı, nasıl sonuçlanacağının belli olmadığı gece yarısı, saat 24.00 sularında, “Türk Ocakları Genel Merkezi, her türlü darbe girişimine karşı demokrasinin ve Türk milletinin yanındadır.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Çünkü bize göre milliyetçilik ile demokrasi arasında zorunlu bir ilişki vardır. Türk milliyetçileri, demokrasinin ve hukuk devletinin savunucusudur ve darbelerin karşısındadır.

Bu menfur girişim, aziz Türk milletinin basireti ve feraseti sayesinde akamete uğratıldı. Türk ordusunun komuta kademesinin desteğini alamayan, şanlı ordumuzun ezici çoğunluğunun katılmadığı bu girişimin bastırılması sırasında maalesef, 20 yaşındaki Mehmetçiklere reva görülen alçakça muameleler gibi Türk ordusunun itibarına büyük darbe vuran sahneler de yaşandı. Ordu ile polisi karşı karşıya getirme gayretleri sergilendi. Yine darbe girişimini protesto perdesi altında, ülkemizde mezhep çatışması çıkarmak için tahriklere şahit olduk. Son derece hassas ve çeşitli terör örgütü mensuplarının cirit attığı böyle bir dönemde, bunlara asla müsaade edilmemelidir.

Hiç şüphesiz, Türk milletinin yekvücut olarak demokrasiye sahip çıkması, her türlü takdirin üzerindedir ve Türk tarihine altın harflerle yazılacaktır. Ne var ki, bu süreçte, devletimizin ve milletimizin en köklü kurumu olan Türk ordusunun maruz kaldığı tahribat, bu darbe girişiminin arkasındaki hain odakların emellerine hizmet etmiştir. Bu zorlu coğrafyada, etrafımızda örtülü bir dünya savaşı devam ederken içimizdeki ve Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD terör örgütü, dört parçalı Kürdistan projesini, sözde müttefiklerimizin desteğiyle hayata geçirirken ordumuzun her zamankinden daha güçlü olması, hayati önemi haizdir. Bundan dolayı süratle ama büyük bir dikkatle bu tahribatın telafi edilmesi elzemdir.

Yaşanan hadiseler, devletimizin kurumlarının demokratik hukuk devleti temelinde yeniden yapılandırılmasının aciliyetini ortaya koymuştur. Bu meselede, Türk milleti büyük bir mutabakatla hareket etmelidir. Darbe sürecinden sonra ortaya çıkan durum, siyasi hesaplarla değil; milletimizin birliği ve devletimizin bekasını merkeze alan serinkanlı, sağduyulu, özenli ve aynı zamanda süratli bir şekilde gözden geçirilmeli; meydana gelen tahribatı gidermek için gerekli tedbirler hayata geçirilmelidir. Bunun için millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bölücü terör örgütünün uzantıları dışında, mümkün olan en geniş birliktelik sağlanmalı; bütün bunlar yapılırken Güneydoğumuzda bölücü terörle yapılan mücadele zafiyete uğratılmadan kararlılıkla sürdürülmelidir.

Devletin temelinin adalet olduğunu sadece lafta değil, uygulamada da göstermek zorundayız. Makam ve mansıpların şu veya bu cemaat, parti veya gruba mensubiyet temelinde değil; ehliyet ve liyakat ölçülerine göre verilmesi, sağlam bir devlet düzeninin ve toplum barışının olmazsa olmaz şartıdır. Türkiye’yi 14 yıldır yöneten siyasi iktidarın önümüzdeki süreçte, toplumdaki kutuplaşmaları azaltıcı, millî birliği pekiştirici bir yaklaşım göstermesi son derece hayatidir. Muhalefet partilerinin de bu süreçte çok daha etkili ve yapıcı bir tavır ortaya koyarak Meclis’in takip etme ve denetleme görevinin hakkını vermeleri elzemdir.

Türkiye, elbette bu badireyi atlatacaktır ama içeride ve dışarıda karşı karşıya olduğumuz büyük tehditlere karşı akılla, bilgiyle, soğukkanlılıkla ve büyük bir inançla geleceğimizi birlikte inşa etmeliyiz. Allah yâr ve yardımcımız olsun!

TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ





HABER

Yeniçağ Yazarlarının Gözaltına Alınması Hakkında Basın Açıklaması
7 Eylül 2016

Kamudan ihraç edilenler hakkında yayınladığımız ve haksız uygulamalara dikkat çektiğimiz bildirinin-tabir caizse- mürekkebi kurumadan Türk milliyetçisi ve ülkücü kimlikleriyle tanınan ve FETÖ ile uzaktan yakından alakası olmayan Yeniçağ Gazetesi yazarları Servet Avcı, Adnan İslamoğulları ve Yavuz Selim Demirağ gözaltına alındılar. Yine medyadaki haberlerden diğer bazı Türk milliyetçisi aydınlara yönelik gözaltı ve aramaların vuku bulduğu anlaşılmaktadır.

Olağanüstü Hal şartlarında yaşıyoruz diye insanların temel haklarının, şahsiyet ve itibarlarının ayaklar altına alınması kime ne fayda sağlayacaktır? Sayın Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi maalesef at izi it izine karışmış, hatta bazı çevrelerce bilerek karıştırılmıştır.

Türk milliyetçilerinin bütün kurumlarının, bu haksızlıklar karşısında, aralarındaki kırgınlıkları bir kenara bırakıp yekvücut olmaları şarttır. FETÖ bahanesiyle Türk devletinin kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliğinin tahrip edilmesine, Türk milliyetçilerinin ezilmesine müsaade edilmemeli, hukuk çerçevesinde her türlü mücadele etkili bir şekilde yürütülmelidir.

Kamuoyuna duyurulur.

TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ




HABER

Türk Ocakları Genel Merkezi kınadı:

Atatürk Havaalanında Asılan Bez Parçası Hakkında Basın Açıklaması

Irak’ın emperyalist müdahaleyle parçalanması sonucunda, ülkenin kuzeyinde özenle büyütülüp siyasi bir varlık hâline getirilen yönetimin başkanının Türkiye ziyaretinde havaalanına, uluslararası platformda bağımsız bir devleti simgelemeyen ve resmî bir niteliği olmayan bir bez parçasının, şerefli bayrağımızın yanında göndere çekilmesini şiddetle kınıyoruz.




HABER

Türk Ocaklarının 107. kuruluş yıldönümü toplantısı

Program
Armağan Takdimi
- Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Nevzat Kösoğlu Türk Dünyasına Hizmet Armağanı Takdimi

Panel
Türk'ün Sönmeyen Ocağı: Dünü, Bugünü, Yarını

Oturum Başkanı:
Prof. Dr. Mehmet ÖZ (Türk Ocakları Genel Başkanı)

Konuşmacılar:
Nuri GÜRGÜR (Türk Ocakları Şeref Genel Başkanı)
Prof. Dr. Yusuf SARINAY (Türk Ocakları Hars Heyeti Başkanı)

Tarih: 23 Mart 2019 - Cumartesi
Saat: 14.00
Yer: Türk Tarih Kurumu Konferans Salonu Sıhhıye / Ankara



www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)